Cuma, 27 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/29
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Anayasa Yapma Kimin Hakkı?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Anayasa Yapma Kimin Hakkı?

Haber:

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı, “Ekim ayından itibaren çalıştay yaparak bir anayasa yapımının yol haritası nasıl olmalı? Yöntemi ne olmalı? AK Parti’nin bundaki rolü nedir? Bu konuları müzakere edeceğiz” dedi. Yazıcı, A’dan Z’ye yeni bir anayasanın Türkiye’de siyaset kurumunun hep gündeminde olduğunu, özellikle de partinin kurulduğu günden bu yana yeni bir anayasa yapma arzusunu her platformda dile getirdiğini ifade etti. Yazıcı, “Bu sırf bir arzu değil, bu bir gerekliliktir. Çünkü anayasa yapmak milletin hakkıdır” dedi. (Ajanslar 19.08.2024)

Yorum:

اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَؕ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْماً لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ

“Yoksa cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Gerçeği kesin olarak bilip kabul eden kimseler için Allah’tan daha güzel hüküm sahibi kim olabilir?” (Maide 50)

Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze değin defalarca değiştirilen anayasa, Türkiye’de adeta yamalı bohçaya dönmesine rağmen her gelen iktidarın halka, sözüm ona daha insani, daha adil anayasa vaadi, hakikatte iflas eden düzenin itirafıdır. Sadece 1982 darbe anayasasının 21 kez tadil edilip, revizyondan geçirilmesi insan aklının acizliğini ortaya koyarken bu yasaların bırakın halkın problemlerini çözmeyi sadece ve sadece sorunlar yumağı oluşturduğu herkesin malumudur. Müslüman halkın akidesinden kaynaklanmayan, fıtratına ters, değerleriyle savaşan, egemenlerin hakkını önceleyen, adaletten uzak, laik akidenin ürünü olan anayasalar, kanunlar bugüne kadar Müslüman halka sadece zulüm oldu.

Bu hakikat ortada olmasına rağmen yöneticilerin adeta yerlerin ve göklerin rabbine kafa tutarcasına sınırlı akıllarıyla hazırladıkları anayasaları kutsallaştırıp halkı buna inandırma yarışına girmeleri, hükmün kaynağı yapmaları esef vericidir. Oysaki bu anayasalar sonucunda laik yönetim sistemi putlaştırıldı. Bu anayasaya dayanmak suretiyle çıkarılan kanunlarla aile, toplum ve de nesil ifsat edildi. Bu anayasalara dayanarak her türlü, haram, cürüm ve fahşa meşrulaştırıldı. Kaynağı batının çürümüş, necis akidesi olan kanunların halkı birbirine düşman etmesi apaçık ortada iken yeni anayasa yapmakla sadece yeni zulümler var edilecektir. Darbe anayasalarından bahsederek yapılacak yeni anayasaya meşruiyet sağlanmaz.

Yöneticilerin görevi; tebaasını Allah Subhanehu ve Teala’nın emirleri doğrultusunda hem dünya nimetlerinden faydalandırmak hem de ahiretlerini imar etmelerine yardımcı olmaktır ki; bunun yolu da onun emir ve hükümlerini hayatın merkezine koymaktır. Yoksa yeni anayasa, kanun yapma, ne yöneticilerin ne milletin ne de bir başkasının işi ve haddi değildir. Bu uzak durulması gereken tehlikeli bir mecradır. Bu hak sadece Allah’a aittir. Gerçekten halk ve hak adına bir kaygınız var ise Hizb-ut Tahrir’in, Kur’an, sünnet ışığında hazırlanmış olduğu anayasaya bakmanız yeterli olacaktır. Şer’i hükümlerden çıkarılan bu anayasa insana, topluma, hayata Rabbinin emrettiği şekilde bir yükseliş sunmaktadır. Kafirlerin hadarat çöplüğünde medeniyet inşa etmekten vazgeçin. Tertemiz İslam akidesinden çıkan çözüm ve kanunlarla yolunuzu bulmaya çalışın.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmet SAPA

Devamını oku...

Kırgız Hükümetinin Aldığı Zorunlu Sigorta Kararı İslam Şeriatına Aykırıdır Ve Buna Karşı Çıkılması Gerekir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Kırgız Hükümetinin Aldığı Zorunlu Sigorta Kararı İslam Şeriatına Aykırıdır Ve Buna Karşı Çıkılması Gerekir!

Haber:

Kırgızistan’da gayrimenkul ve araçların yeniden tescili için zorunlu sigorta getirilmesine karar verildi. Hükümetin 9 Ağustos’ta aldığı bu karar 15 gün sonra yürürlüğe girecek.Karara göre konut sigortası, kentsel alanlarda yıllık 1.200 Som, kırsal alanlarda ise 600 Som olarak belirlendi.Zorunlu araç sigortasının başlangıç fiyatı yıllık 1680 Som’dur.

Yorum:

Aslında sigorta meselesi, Kırgızistan halkı için yeni değildir. Kırgızistan’da sigorta, Sovyetler Birliği döneminde sosyalist sisteme göre uygulanıyordu.Kırgızistan’ın (hayali) bağımsızlığını kazanmasının ardından sigorta, kapitalist sisteme göre uygulanmaya başladı. Nitekim Kırgızistan’ın sosyalizmden kapitalizme geçişinden bu yana sigorta yasaları öneriliyordu ancak kötüleşen ekonomik durum ve halkın itiraz etmesi nedeniyle şimdiye kadar düzenli olarak ertelenmiştir.Hükümet başlangıçta halkı yatıştırmak için gönüllü sigorta uygulamasını başlattı ancak halk özel şirketlere karşı direnmeye devam edince hükümet sigortacılığı devlete ait şirketlere taşıdı. Şu anda da hükümet, herkesi zorunlu sigortaya ikna etmek için icraatlar benimsiyor.

Bir Müslüman karşılaştığı her durumla ilgili şerî hükümleri öğrenmesi ve bu durum konusunda şerî hükümlere uyması gerekir. Bu yüzden Kırgızistan’daki Müslümanların, bu sigorta meselesini İslam temelinde ele almaları gerekmektedir.

Sigorta, sigorta şirketi ile sigorta yapılan kişi arasında yapılan bir anlaşmadır.Anlaşmaya göre, mülkünü sigortalatan kişi her yıl sigorta şirketine üzerinde anlaşılan miktarı öder.Sigorta yapılan malın zarar görmesi halinde, sigorta şirketi, üzerinde anlaşılan şartlar dahilinde kendisine belirli bir miktar para verir.

Ancak bu akit-anlaşma, şerî akit şartlarını kapsamamaktadır; bu nedenle böyle bir akdin imzalanması şer’an caiz değildir. Bu akde göre para almak haramdır ve parayı batıl olarak almak demektir. (Bu konuyu daha detaylı anlamak isteyenlere Hizb-ut Tahrir’in “İslam’da İktisadi Nizam” kitabına başvurmalarını tavsiye ederiz.)

Buna göre Müslümanlara kumarın haram olduğu gibi her türlü sigorta da şer’an haramdır. Dolayısıyla ister sağlık sigortası, ister taşınır ister taşınmaz malların sigortası olsun, bu sigortanın özel bir şirket ya da devlete ait şirketler tarafından sağlanmasının hiçbir önemi yoktur.

Özü itibariyle bu yasalar, kapitalistlerin halkın kanını emmek için ortaya çıkardığı projelerdir. Örneğin Kırgızistan’da 1.67 milyon araba kayıtlıdır. Bunların her birinden sigorta için en az 1.680 Som tahsil edilecektir.Bu da 2,7 milyar Som anlamına gelmektedir ki bu miktar, şirketlerin yıllık geliridir.Ancak sigorta şirketlerinin yıllık giderleri 350 milyon Somu bile bulmuyor, geriye kalan 2,35 milyar Som ise şirketlerin yıllık kârını temsil ediyor. Ayrıca sigorta şirketlerinin yıllık harcamaları, iflas etmelerini önlemek için belirli bir miktarla sınırlandırılmıştır.Örneğin 1 milyon Som değerindeki pahalı bir arabaya hasar verdiğinizde sigorta şirketi size sadece 150.000 Som ödeyecektir. Geri kalanını ise kendiniz ödemek zorundasınız!

Konutlar açısından olana gelince; devlete ait bir şirket tarafından zorunlu olarak sigortalanmaktadır.Aslında devlete ait bir şirketin sözleşmeler açısından özel bir şirketten hiçbir farkı yoktur.Bu durumda gelir, devlete gidiyormuş gibi görünüyor. Kamuoyu ise yetkililerin bu geliri nasıl elde ettiklerini bilmiyor!

Kırgızistan’da bir milyon 100 bin konut kayıtlıdır. Şehirde konut sigortası ücretleri kişi başı 1.200 Som olup devlet yalnızca 1 milyon Soma kadar sigorta primi ödemektedir. Köylerde sigorta bedeli kişi başı 600 Som olup köylerde ise devlet sigorta bedeli 500 bin Som’dur. Konut sakinlerinin her yıl sigorta primlerini ödememesi halinde, daha önce ödemiş oldukları paraları kaybediyorlar.

Köylerdeki konut sayısını 600.000 olarak kabul edersek,bunların 360 milyon Somu her yıl sigorta fonlarından toplanıyor. Şehirdeki konutlardan toplam 600 milyon Som toplanacaktır. Böylece yıllık toplam gelir 960 milyon Som olmaktadır. Ancak devlet sigorta şirketinin yıllık giderleri 160 milyon Somu geçmemektedir. Dolayısıyla gelirden giderler çıkarıldığında devlet kurumunun yıllık kârının 800 milyon Som olduğu ortaya çıkmaktadır.

Sigorta parası tüm insanlardan toplanmasına rağmen aslında insanların çoğunun kaza yapmadıkları da açıktır. Ayrıca kaza yapan insanlardan az sayıdaki kişi de yalnızca sınırlı bir miktar alabiliyorlar.

Bu nedenle devletin sigorta yasaları yoluyla insanlara karşı sorumluluğundan kaçtığı ve onların sorunlarını halkın omuzlarına yüklediği söylenebilir.Daha da kötüsü yetkililer, insanları çeşitli felaketlerle tehdit ederek onları sigorta yasalarına uymaya zorluyorlar ve kamu ve özel şirketleri yoluyla halkın sırtından servet kazanıyorlar.

Şüphesiz Allahu Teala, yöneticilere insanların işlerini nezaketle ve kolaylıkla gözetmelerini emretmiştir ancak bu kapitalist hükümetler, halkın çıkarlarına aykırı olarak hüküm sürmekte ve halkın tüm parasını yağmalamaya çalışmaktadırlar.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الظَّالِمُونَ    "Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir." [Maide 45]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mümtaz Maveraünnehrî

Devamını oku...

Alçak Olan Birine Alçaklık Vız Gelir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Alçak Olan Birine Alçaklık Vız Gelir!

Haber:

Axios internet sitesi Pazartesi günü Yahudi yetkililere dayandırdığı haberinde, Filistin otoritesinin Pazar günü Başbakan Binyamin Netanyahu’nun ofisine bir mektup göndererek Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın Gazze ziyaretinin kolaylaştırılmasını talep ettiğini bildirdi. Axios muhabiri Barak Ravid Yahudi varlığının yetkililerine dayandırdığı haberinde, Netanyahu’nun Abbas’ın Gazze ziyaretini onaylayıp onaylamama konusunda karar vermek zorunda kalacağını ve Filistin otoritesinin de Pazar günü yaptığı açıklamada, Abbas ve Filistin liderliği üyelerinin Gazze Şeridi’ne gitmek için hazırlık yapmak amacıyla uluslararası girişim ve temaslarda bulunduğunu duyurduğunu bildirdi.Filistin haber ajansı Wafa’ya göre ziyaret, on ayı aşkın bir süredir devam eden savaşın gölgesinde yaşayan Gazze halkıyla dayanışmak ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün ulusal birliğin yeniden tesis edilmesi için çalışmak amacıyla yetki ve sorumluluğa sahip olduğunu teyit etmek için gerçekleştiriliyor. Ajans, bu adımın başarıya ulaşması ve mümkün olduğunca destek ve katılım sağlanması için Filistin otoritesi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri, Arap ve İslam ülkeleri, Arap Ligi, İslam İşbirliği Teşkilatı, Avrupa ve Afrika Birliği arasında temaslar yürütüldüğünü ve Yahudi varlığının da bu konuda bilgilendirildiğini belirtti. (El-Hurra Washington “Uyarlanmıştır”)

Yorum:

Yahudi varlığının izzetli Gazze’deki halkımıza karşı 10 aydan fazla bir süredir sürdürdüğü soykırım savaşı Abbas’a, kuşatma, açlığa ve susuzluğa maruz kalan ve 40 binden fazlası şehit ve 20 bini kayıp olan savunmasız çocuklara ve kadınlara karşı görev ve sorumluluklarını hatırlaması için yeterli olmamış, çocukların ve kadınların yardım çığlıkları onu harekete geçirmediği gibi camilerin, konutların ve hastanelerin sakinlerinin başına yıkıldığı sahneler de onu harekete geçirmemiş ki sözde ulusal otoritenin başı ve sadece Filistin’i Yahudilere teslim etmek amacıyla var olan Filistin Kurtuluş Örgütü’nün başkanı olarak görevini yerine getirebilsin; zira Abbas, kendi deyimiyle “Yahudilerin postalları altında” yaşıyor, “kutsal” Yahudilerle güvenlik koordinasyonu kuruyor, Oslo Anlaşması uyarınca kendisine verilen hayali otorite karşılığında direnişçileri Yahudilere teslim ediyor ve önleyici, başkanlık ve siyasi güvenlik aygıtları arasında 70.000 savaşçısı var ama uluslararası toplumdan koruma dileniyor!

Şimdi de suçlu Netanyahu'nun yardımıyla Gazze'ye gitmek istiyor ve bu adımın başarılı olmasını sağlamak ve mümkün olduğunca destek ve katılım elde etmek için Birleşmiş Milletler, Güvenlik Konseyi'nin daimi üyeleri, Arap ve İslam ülkeleri, Arap Ligi, İslam İşbirliği Teşkilatı, Avrupa Birliği ve Afrika Birliği ile temasa geçiyor.

Tüm bu iletişimler, kuşatma altındaki Gazze Şeridi’ni ziyaret etmek içindir! Bu, onu otoritenin başkanı ve Filistin halkının tek meşru temsilcisi olduğunu iddia edenler için ne kadar büyük bir utanç ve rezilliktir! Sen daha işgalcinin izni olmadan kendi ülkenin bir parçasını bile ziyaret edemiyorsun; Vallahi senin için yerin altı yerin üstünden daha hayırlıdır!

Görünen o ki suçlu Amerika iki devletli çözüm vizyonu için bir zemin hazırlıyor; bu çözüm ise Filistinliler için Mahmud Abbas liderliğinde Batı Şeria ve Gazze’de silahtan arındırılmış bir devlet ve Yahudiler için de Filistin'in büyük bölümünün onlara ait olduğu bir devlet olmak üzere iki devletli çözümdür; bu Amerika ve araçlarının tuzağıdır, Vallahi Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.

Müslümanlar olarak bizler, hayatımızın küçük büyük her alanında şerî çözüme dönmekle emrolunduk; zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌEy iman edenler! Allah ve Rasulü’nün önüne geçmeyin, Allah’a itaatsizlikten sakının! Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte ve bilmektedir.” [Hucurat 1] Filistin toprakları, haraci topraklar olup Müslümanlar burayı zorla fethetmiştir. Bu yüzden onun rakabesi (ayni) Müslümanların Beytu’l Mâli’ne ait olduğu gibi menfaati de Müslümanlara aittir. Dolayısıyla herhangi birinin onun bir karışından dahi vazgeçmesi caiz değildir. Bu nedenle Müslümanların, topraklarını işgal eden bir kafirle barış ya da müzakereler yapması söz konusu olamaz. Dolayısıyla her bir Müslümanın, işgal altındaki toprakları Daru’l İslam'a geri kazandırmak için çalışması gerekir. Bu ise Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet Devleti’ni kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışanlarla birlikte çalışmakla olacaktır. Bu yüzden güç ve kuvvet ehlinin, bu devleti ortaya çıkarmak, Müslümanları birleştirmek, Sykes-Picot sınırlarını ortadan kaldırmak, işgal altındaki tüm İslam ülkelerini özgürleştirmek, her bir yerdeki Müslümanları desteklemek ve yeryüzünün dört bir tarafına adaleti, hayrı ve güvenliği yaymak için halkına asla yalan söylemeyen Hizb-ut Tahrir’e nusret vermesi gerekir. Bu ise aziz olan Allah’a hiç de zor değildir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Sıddık Ebdussettar – Irak

Devamını oku...

Mısır Firavun’unu Korkutan Nedir?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Mısır Firavun’unu Korkutan Nedir?!

Haber:

Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, "Çatışmanın kapsamının bölgede sonuçlarını kestirmenin zor olacak bir şekilde genişleme tehlikesi" taşıdığına dikkati çekerek Gazze Şeridi’ndeki savaşın durdurulması gerektiğini söyledi.

Mısır Cumhurbaşkanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre es-Sisi, ülkesini ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile el-Alameyn şehrinde bir araya geldi.

Görüşmede, Gazze’de ateşkes ve esir takası anlaşmasına yönelik Mısır, ABD ve Katar arabuluculuğunda sürdürülen çabalar ele alındı.

Es-Sisi, çatışmanın kapsamının, bölgede sonuçlarını kestirmenin zor olacak bir şekilde genişleme tehlikesine vurgu yaptı.

Akan kanın durdurulması çağrısı yapan es-Sisi, "Gazze'de ateşkes, Filistin devletinin uluslararası alanda daha geniş çapta tanınmasının ve iki devletli çözümün uygulanmasının başlangıcı olmalıdır. Çünkü bu, bölgenin istikrarının başlıca garantörüdür" ifadesini kullandı. (trthaber.com, 20/08/2024)

Yorum:

Aksa Tufanı operasyonunun başladığı 7 Ekim 2023’ten bu yana Amerika başta olmak üzere tüm Batılı ülkelerin, silah, gıda, para ve tüm yardım şekilleriyle Yahudi varlığına verdikleri desteğe rağmen kahraman Gazze mücahitleri Allah’ın inayetiyle Yahudi varlığına karşı benzersiz bir savaş örneği sergilediler ve Gazze halkı da on binlerce şehit, yaralı ve kayıplara rağmen Allah’a tam bir tevekkül örnekliği gösterdiler. Gazze mücahitlerinin bu kahramanlıkları ve Gazze halkının bu muhteşem sabrı, sayıları milyonları bulan Müslüman orduları utandırmış, Batılı ülkeleri ve özellikle halklarını hayrete düşürmüş ve Müslümanların başındaki yöneticileri de tahtlarını kaybetme korkusu sarmıştır. İşte es-Sisi’nin “çatışmanın kapsamının bölgede sonuçlarını kestirmenin zor olacak bir şekilde genişleme tehlikesi" taşıdığına dikkat çekmesi bu korkunun bir ifadesidir. Yoksa Mısır Firavun’unun Gazze’de şehit olan Müslümanlar umurunda değildir; zira es-Sisi, savaşın başlangıcından bu yana Gazze Müslümanlarını kurtarmak için Mısır ordusunu göndermemekle yetinmemiş, aksine onları bir lokma ekmek ve bir damla sudan bile mahrum bırakmıştır!

Ancak savaş neredeyse on birinci ayını doldurmak üzereyken Yahudi varlığı hiç beklemediği bir sonuçla karşı karşıya kalınca çılgına dönmüş, sadece günlük olarak Gazze halkını şehit etmekle yetinmeyip Suriye ve Lübnan’a da saldırmaya, Müslümanları temsil eden liderlere suikastlar düzenlemeye ve kendi halkı da dahil savaşın durmasını isteyen herkese meydan okumaya başlamıştır. Yahudi varlığının bu pervasız tutumu Amerika başta olmak üzere tüm dünya liderlerini korkutmaya başlamıştır. Zira özellikle Gazze’deki kahraman mücahitlerin kararlılıklarının yanı sıra Batılı ülkelerdeki Filistin yanlısı protesto gösterilerinin hiç aralıksız devam etmesi onların korkularını daha da artırmıştır. Bunun üzerine Batılı ülkelerden korkularını ifade eden açıklamalar gelmeye başlamıştır. Örneğin; Birleşmiş Milletler (BM) Orta Doğu Barış Süreci Özel Koordinatörü Tor Wennesland, Gazze’de yaşanan "trajedinin” Orta Doğu’daki ateşi “alevlendirdiğini” belirterek, “(Gazze’de) şimdi ateşkese ihtiyacımız var" şeklinde açıklama yapmıştır. Yine İrlanda Başbakanı Simon Harris, “İsrail’in” Gazze’ye yönelik saldırılarında 40 bin Filistinlinin yaşamını yitirmesinin, dünyanın utanç duyması gereken dönüm noktası olduğunu” söylemiştir. Ayrıca Amerikan Foreign Affairs dergisi, Tel Aviv'i "İsrail”, yıkım ve şiddet yolunda” ifadesiyle eleştirdi. “İsrail’in” insan haklarından giderek uzaklaştığı, daha teokrat ve aşırı sağcı bir ülke haline geldiği vurguladı. “İsrail’in” bu tutumunu değiştirmediği takdirde Siyonizm’in sonunu getireceği” belirtildi. İşte tüm bu açıklamalardan dolayı başta es-Sisi olmak üzere tüm Müslümanların başındaki yöneticileri olası bir kaosun çıkması durumunda tahtlarını kaybetme korkusu sarmış ve bu yüzden Gazze savaşının baş aktörü Amerika’ya savaşı durdurması için yalvarmaya başlamışlardır. İşte es-Sisi’nin barışın, bölgenin istikrarının garantisinin olduğunu ifade etmesi bu korkunun bir ifadesidir.

Ey Müslüman orduları: Başta Mısır Firavun’u olmak üzere tüm Müslümanların başındaki ajan yöneticilerin korkuları sizlersiniz. Zira bu yöneticiler, sizin onlara isyan edip Gazze ve diğer işgal altındaki mazlum kardeşlerinize yardım etmek için harekete geçmenizden korkuyorlar. O halde haydi harekete geçin ve bu hain yöneticilerin korktuklarını başlarına getirin ki bu tavrınız tarihin sayfalarına altın harflerle yazılsın. Aksi takdirde bu dünyada tüm mazlum Müslümanların lanetine maruz kalacağınız gibi ahirette de Allah’ın çetin azabına maruz kalacaksınız.

وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الأَبْصَارُ * مُهْطِعِينَ مُقْنِعِي رُءُوسِهِمْ لاَ يَرْتَدُّ إِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْ وَأَفْئِدَتُهُمْ هَوَاءٌ (Rasulüm!) Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor. Başları yukarıya kalkık, bakışları bir noktaya sabitlenmiş, zihinleri bomboş kalmış olarak toplanma yerine koşarlar.” [İbrahim 42-43]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ramazan Ebu Furkan

Devamını oku...

Cenevre Görüşmeleri ve Sudan’da Devam Etmekte Olan Savaşı Durdurma Girişimi

Cenevre Görüşmeleri ve Sudan’da Devam Etmekte Olan Savaşı Durdurma Girişimi

Soru: 14 Ağustos 2024 Çarşamba günü Sudan’da yaklaşık 16 aydır süren savaşı durdurmak için ABD, İsviçre, Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Afrika Birliği ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası ortakların arabuluculuğunda Cenevre görüşmelerinin açılış oturumu gerçekleştirildi. Görüşmelere Sudan ordusu katılmadı... Amerika’nın, Cidde yerine Cenevre’de bir konferans düzenlenmesi çağrısında bulunmasının ve katılımcı sayısını artırmasının nedeni ne? Ve görüşmelere ordu neden katılmadı? Ateşkes sağlamak gibi bir niyet olmayan Amerika’nın, Cenevre görüşmeleri çağrısı sadece bir zaman kaybı mı? Yoksa bunun hâlâ direnen İngiliz güçleriyle bir ilgisi var mı? El Faşir’de tekrarlanan bu çatışmanın nedeni ne? Ve El Faşir her iki taraf için de neden önemli? Teşekkür ederim.

Cevap: Yukarıdaki sorulara net bir cevap verebilmek için aşağıdaki hususlara bir göz atmak gerekiyor. Son soru ile başlayalım:

Birincisi: 19 Aralık 2023 tarihli soru cevapta şöyle demiştik: Çatışmalar hemen sona ermeyecek, muhtemelen bir süre daha devam edecek. Çünkü çatışmaların, Amerikan yanlısı Genelkurmay başkanı ile Hızlı Destek Kuvvetleri Komutanı arasında sınırlı kalması amaçlanıyor. Ajanları arasındaki rol paylaşımı sayesinde çatışmanın sonucu, Amerika’nın kontrolünde. Böylece tıpkı Nisan 2023’ün ortasında patlak veren çatışmalardan bu yana olduğu gibi İngiltere ve Avrupa yanlısı muhalefet, felç kalmaya devam edecek ve asgari düzeye indirgenecektir. Bunun açıklığa kavuşturulması için aşağıdaki hususların açıklanması gerekiyor:


Hızlı Destek Kuvvetleri, Doğu Darfur eyaletinin başkenti Ed Dain şehrini 21 Kasım 2023 tarihinde ele geçirdi. Ordu birlikleri, çatışma riskini ve sivil kayıpları önlemek amacıyla kentten ayrıldı. Kentte bulunan 20. Piyade Tümeni Hızlı Destek Kuvvetleri tarafından çatışmasız bir şekilde ele geçirildi! HDK’ye bağlı sosyal medya hesaplarından yapılan açıklamada, “Son zaferlerinin Sudan halkının özlem duyduğu gerçek bir barışa kapı aralayacağı belirtilerek, Doğu Darfur eyaleti ve Ed Dain kentinin Hızlı Destek Kuvvetleri’nin koruması altında güvende kalacağı” vurgulandı.” (22.11.2023 El Cezire) Ed Dain kenti, Hızlı Destek Kuvvetleri komutanı Daklu’nun yanı sıra çoğu komutanları ve unsurlarının mensup olduğu Rizeigat kabilesinin kalesi. Daha önce Hızlı Destek Kuvvetleri, Güney Darfur Eyaleti’nin başkenti Nyala, Orta Darfur Eyaleti’nin başkenti Zalingei ve Batı Darfur Eyaleti’nin başkenti El Cenine şehirlerini ele geçirmişti. Geriye Kuzey Darfur Eyaleti’nin başkenti ve Darfur Eyaleti’nin siyasi ve idari başkenti El Faşir kentini ele geçirmek kalıyor. Hızlı Destek Kuvvetleri, El Faşir şehrini ele geçirdiğinde, İngiliz ve Avrupa yanlısı hareketlere özellikle de Sudan Kurtuluş Hareketi ile Adalet ve Eşitlik Hareketi’ne öldürücü bir darbe indirmiş olacaktır...”

Yine aynı soru cevapta şöyle demiştik: “Bu hareketler, El Faşir kentini savunmaya mecburlar, yoksa tarih olacaklar... El Faşir kenti, Libya, Çad ve Darfur bölgesinin batı şehirlerine sınır olması nedeniyle stratejik bir konuma sahip...

Hızlı Destek Kuvvetleri, ülkenin ana muhalefet gücü haline gelmek için ordu gözetiminde Darfur’a yöneldi. Muhtemelen Amerika’nın Sudan’da iki kanadı olacak: Muhalefete liderlik etmek üzere Hızlı Destek Kuvvetleri’nden oluşan ve silahlı unsurlar barındıran siyasi kanat ve ordudan oluşan askeri kanat... Her iki kanat da Amerikan çıkarlarına hizmet edecek. Hızlı Destek Kuvvetleri’nden oluşan muhalefetin neden silahlı unsurlar barındırması gerektiği konusuna gelince, bunun büyük olasılıkla iki nedeni olabilir: Birincisi: İngiliz ajanlarından oluşan Avrupa yanlısı muhalefeti kontrol altına almak. Zira Avrupa yanlısı muhalefetin siyasi olarak tasfiyesi kolay değil, askeri olarak tasfiye edilmesi gerekiyor… İkincisi Amerikan çıkarları, Güney Sudan’dan sonra başka bir daha ayrılığı gerektirdiğinde, özellikle de Darfur’da bu ayrılığı gerçekleştirebilmek için Hızlı Destek Kuvvetleri, Darfur’da silahlı unsurlara sahip siyasi bir muhalefet olmalıdır... Öyle görünüyor ki henüz bu ayrılığın zamanı gelmiş değil. Şu an ayrılığa zemin hazırlanıyor...”

Bu nedenle El Faşir, tüm taraflar için önemdir. Darfur’da Hızlı Destek Kuvvetleri’nin silahlı unsurlar barındıran siyasi bir muhalefet haline gelmesi, Amerika ve yandaşları (ordu ve Hızlı Destek Güçleri) açısından kritik öneme sahip. Böylece Amerikan çıkarları, Güney Sudan’dan sonra başka bir ayrılığı gerektirdiğinde, bu ayrılığı Darfur’da gerçekleştirebilecektir.

El Faşir, Avrupa yanlısı muhalefet için de kritik bir öneme sahip, çünkü Darfur’da El Faşir dışında tutunabileceği bir yer kalmamıştır. Eğer oradan da çıkarılırsa, o zaman tamamen yok olacaktır. Özellikle El Faşir stratejik bir konuma sahip. Libya, Çad ve Darfur bölgesinin batı şehirleriyle sınır bağlantısı var... Bu yüzden muhalefet orada şiddetli bir savaş yürütmektedir. Hızlı Destek Kuvvetleri’nin henüz El Faşir’in kontrolünü ele geçirememesinin nedeni bu... El Faşir, ordunun Darfur’daki son kalesi olsa da ve görünürde ordu, HDK’ya karşı muhalefet safında yer alsa da muhalefet ile birlikte HDK’ya karşı ciddi bir savaş yürütmemektedir. Aksi takdirde muhalefetin kökünü kazıyabilecek yeterli güce sahiptir. Fakat Amerika’nın planı, yukarıda açıkladığımız amaçlar için ordu ve Hızlı Destek Kuvvetleri’nin olduğu gibi muhafaza edilmesini, Avrupa yanlısı muhalefetin ya ortadan kaldırılmasını ya da etkisiz hale getirilmesini istemektedir!

İkincisi: Cenevre konferansıyla ilgili sorulara gelince, konferansı şu şekilde değerlendirmek gerekiyor:

1- ABD Dışişleri Bakanı Blinken 23 Temmuz 2024 tarihinde yaptığı basın açıklamasında, “Sudan ordusu ve Hızlı Destek Kuvvetleri’ni (HDK) ateşkes müzakereleri için 14 Ağustos’ta İsviçre’ye davet ettiğini bildirdi. Blinken, Suudi Arabistan’ın eş başkanlığındaki bu görüşmelerde Afrika Birliği, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve BM’nin de gözlemci olarak yer alacağını sözlerine ekledi. Blinken, “Amaçlarının şiddetin ülke çapında durdurulmasını sağlamak, ihtiyacı olan herkese insani yardım erişimine izin vermek ve herhangi bir anlaşmanın uygulanmasını sağlamak için sağlam bir izleme ve doğrulama mekanizması kurmak” olduğunu ifade etti. Ancak “Görüşmelerde daha geniş siyasi meselelerin ele alınmayacağını” kaydetti.” (23.07.2024 AFP) Amerika, taraflar arasında yaşanan çatışmaların durmasını istemediği için Cidde kentinde yapılan önceki müzakere turlarının kasıtlı olarak başarısızlıkla sonuçlanmasını istemiştir. Blinken’in “Görüşmelerde daha geniş siyasi meselelerin ele alınmayacağı” yönündeki açıklaması, Cenevre’deki toplantının taraflar arasındaki çatışmaları durdurmayacağı, yalnızca görüşmeler için görüşmeler yapılacağı anlamına geliyor! ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Matthew Miller’in yaptığı açıklama da bunu doğruluyor. Miller, “bir anlaşma olasılığını değerlendiremeyeceğini, ancak tarafları müzakere masasına geri döndürmek istediklerini” söyledi. Miller “Sudan ordusu ve HDK’nin müzakere masasına geleceğini ve bunun nihayet bir ateşkese varmak için bir fırsat olacağını umuyoruz” diye ekledi.” (24.07.2024 Independent) İngiltere de Amerika’nın çağrısıyla düzenlenen Cenevre müzakerelerinde bir çözüme ulaşılmayacağının farkında. BM Sudan Özel Temsilcisi Ramtane Lamamra, 29 Temmuz 2024’te Güvenlik Konseyi oturumunda, Amerika’nın çağrısıyla 14 Ağustos 2024 tarihinde düzenlenmesi planlanan Cenevre toplantısı hakkında, Cenevre görüşmelerini, “daha uzun ve karmaşık bir süreçte cesaret verici bir ilk adım olarak” değerlendirdiğini belirtti. (29.07.2024 Şarku’l Avsat) Başka bir deyişle Lamamra, bu toplantıda bir çözüme varılmayacağını, dedikodu için Cenevre’deki Rhone Nehri kıyısında bir araya gelineceğini söylemek istemiştir! Bilindiği üzere eski Cezayir dışişleri bakanı BM Sudan Özel Temsilcisi Ramtane Lamamra, bir İngiliz ajanıdır, 26-27 Temmuz 2024 tarihlerinde gerçekleştirilen ve Avrupa Birliği’nin yanı sıra 20’den fazla ülkenin katıldığı Cibuti toplantısında olduğu gibi Avrupa Birliği ve İngiliz ajanlarını Sudan görüşmelerine dahil etmek için elinden geleni yapmaktadır. Amerika’nın Ramtane Lamamra’nın Libya Özel Temsilcisi olarak atanmasını veto ettiğini, fakat İngiltere’nin onu BM Sudan Özel Temsilcisi olarak atanmasını sağladığını belirtmekte fayda var.

2- Amerika, Dışişleri Bakanı aracılığıyla İsviçre’de bir konferans düzenlenmesi çağrısında bulunur bulunmaz, Hızlı Destek Kuvvetleri hemen yanıt verdi. Bu açıklamanın hemen ardından 23 Temmuz 2024 akşamı HDK Komutanı Muhammed Hamdan Daklu, X platformu aracılığıyla yaptığı açıklamada, “ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in davetini “memnuniyetle karşıladığını” belirterek, “14 Ağustos 2024 tarihinde İsviçre’de yapılacak ateşkes görüşmelerine katılacağımızı duyuruyorum” ifadelerini kullandı. Bu açıklama, Daklu’nun önceden bilgilendirildiği, hiç tereddüt etmeden yanıt verdiği için de ABD Dışişleri Bakanlığı kanallarından bu çağrının nedenlerini önceden öğrendiği anlamına geliyor. Ordu Komutanı ve Egemenlik Konseyi Başkanı El Burhan da önceden bilgilendirilmişti. Fakat anlaşma gereği, isteksiz görünmesi ve geç yanıt vermesi kararlaştırıldı. Böylece egemen bir lidermiş gibi bir görüntü verilip karşı çıkabileceği izlenimi yaratılacaktı. Bu yüzden El Burhan, sanki Amerika’nın onayı olmadan bu toplantıyı kabul edebilir ya da reddedebilirmiş gibi Cenevre Konferansı konusunda istişare toplantısı düzenlemek için Amerika ile ön görüşme yapılmasını talep etti! Ardından bu istişarelerin başarısızlıkla sonuçlandığı duyuruldu. “Ordunun, HDK ile müzakerelere katılımının önünü açan Sudan-ABD istişare toplantısının resmen çıkmaza girdiği duyuruldu. İstişare toplantısı, Port Sudan merkezli ordu destekli hükümetin talebi üzerine Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde gerçekleşti. Bu durum, Cenevre toplantısının önümüzdeki Çarşamba günü planlanan tarihte başlamadan önce başarısızlıkla sonuçlanma riskini doğurdu... Bilgi sahibi kaynaklara göre, istişarelerin başarısızlıkla sonuçlanmasının başlıca nedenleri, Sudan heyetinin, IGAD ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin “gözlemci” olarak katılmaması isteği, müzakerelere ordu adına değil hükümet adına katılmak istemesi, herhangi başka bir müzakereye başlanılmadan önce “Cidde İnsani Yardım Deklarasyonunun Uygulanması”na başlanılması gibi gerekçelerdir. Heyet başkanı Ebu Numu, kararı liderliğin takdirine bırakarak, “Nihai karar liderliğin takdirine bağlıdır” dedi.” (13.08.2024 Şarku’l Avsat)

3- Böylece Cidde istişarelerinde İsviçre toplantısı konusunda bir uzlaşıya varılamadı. Uzlaşıya varılamamasına sebep olarak da sanki El Burhan, Amerika’nın Cenevre toplantısı için ciddi bir talebi olmuş olsaydı bunu reddedebilecekmiş gibi davetin orduya mı yoksa hükümete mi yapılması gerektiği safsatası uyduruldu! Amerika, Sudan’daki Avrupa etkisini bitirinceye ve istediği çözüme ulaşarak önümüzdeki seçimlerde olumlu bir avantaj elde edene kadar bu, tarafları müzakere konusuyla oyalamaktan başka bir şey değil... ABD’nin Sudan sorununu çözüme kavuşturmakta neden şimdiye kadar savsakladığı sorusuna gelince, bunun cevabı basit, çünkü Avrupa ve İngiliz yanlıları Sudan’da hala güçlü. Daha önce de belirttiğimiz gibi Amerika, El Burhan ve Hamideti arasındaki çatışmayı ön plana çıkararak ve gündemde tutarak Avrupa yanlısı güçleri marjinalleştirmeye çalıştı. Fakat Kenya üzerinden başarısız olduktan sonra İngilizlerin Sudan’daki aktivitelerini BAE üzerinden desteklemelerinden dolayı ABD, henüz Avrupa yanlısı güçleri marjinalleştirme hedefine ulaşmış değil. Kenya, çatışmanın durdurulması için barış gücü gönderilmesi ve İngiliz yanlısı sivil bileşenin müzakerelere dahil edilmesi talebinde bulunmuştu. Ancak İngilizler, her iki girişimde de başarısız oldular: ne çatışmayı durdurabildiler ne de sivil unsurları müzakerelere dahil edebildiler.

4- Sudan hükümeti ve El Burhan bunun farkında. Sudan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) BM Daimî Temsilcileri arasında 18 Haziran 2024 tarihindeki Sudan ve Güney Sudan konulu oturumunda tartışma çıktı. Sudan BM Temsilcisi El Haris İdris El Haris, “BAE’nin Hızlı Destek Kuvvetleri’ni desteklediğine dair kanıtlarının olduğunu” söyledi. BAE temsilcisi Muhammed Ebu Şihab ise bu iddiaları “asılsız” olarak nitelendirdi. Ebu Şihab “Sudan’daki çatışmada zafere ya da askeri çözüme ulaşılması imkânsız. Müzakere masası çözüme ulaşmanın tek yolu” dedi. (19.06.2024 CNN) Bu açıklamayla BAE, Sudan’daki çatışmaya müdahil olduğunu ilan etti. Bunun öncesinde iki ülke arasında diplomat krizi yaşanmış, karşılıklı diplomatlar sınır dışı edilmişti. İngiltere, Amerikan ajanlarını kontrol altına almak için ajanlarını ordunun ya da Hızlı Destek Kuvvetleri’nin komutası altına vererek ABD ajanlarına karşı Amerika’nın oynadığı oyunun aynısını oynamaya başladı. İngiltere, ajanlarını korumak, varlıklarını güçlendirmek ve böylece HDK’nin ajanlarından kurtulamamasını veya onları kontrol altına alamamasını sağlamak için BAE aracılığıyla HDK’yi desteklemektedir. İngiliz ajanları, 2021’de El Burhan ve Hamideti’nin devirdiği eski Sudan başbakanı Abdullah Hamduk liderliğindeki Takaddum Koordinasyonu namına dikkat çekici hamleler yapmaya başladılar. Bu yüzden 3 Nisan 2024 tarihinde Sudan savcılığı, aralarında Hamduk’un da bulunduğu Koordinasyon liderlerinden 16’sının tutuklanmasına karar verdi ve “yardım, yataklık, anlaşma, devlete karşı suçlar, anayasal düzeni yıkma, savaş suçları ve soykırım” suçlamalarıyla savcılığa teslim olmalarını talep etti... (03.04.2024 Sudan TV) Ancak hiçbirinin tutuklanamaması ve teslim olmaması, El Burhan rejiminin iradesinin İngiliz ajanları karşısında ne kadar zayıf olduğunu gösteriyor. Abdül Fettah El Burhan onlarla müzakere etmeyi bile reddetmektedir: “Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı perşembe günü yaptığı açıklamada Sivil Demokratik Güçler Koordinasyonu (Takaddum) ile müzakere etmeyi reddettiğini açıkladı” (06.06. 2024 Anadolu Ajansı)

5- Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Hızlı Destek Kuvvetleri’ni desteklemesi, efendisi İngiltere’nin Sudan’daki çıkarlarına hizmet ediyor. Ancak bu, Hızlı Destek Kuvvetleri komutanı Daklu’nun İngiltere ajanı olduğu anlamına gelmez. Aksine, Daklu bir Amerikan ajanıdır. Bu yüzden İngiltere, Daklu’nun yanına sızarak ve HDK’yi destekleyerek ABD’nin Sudan’daki planını başarısızlığa uğratmak istemektedir. İngiltere benzer bir stratejiyi Libya’da da izledi. Ajanı BAE’ye, ABD ajanı Hafter’in yanına sızma rolü ve misyonu verdi. Bunun üzerine BAE de Hafter’e destek verdi, onu etkileyip başkent Trablus’ta İngiliz ajanlarına karşı yapacağı eylemleri başarısızlığa uğratmaya çalıştı. Aynı şekilde BAE’ye Yemen’de de benzer bir rol verdi. Bu yüzden BAE, Amerika’nın Yemen’e müdahale etmek için Kararlılık Fırtınası Operasyonu adı altında Suudi Arabistan liderliğinde oluşturduğu koalisyona katıldı. İngiltere, bu durumu ajanlarını desteklemek, güney Yemen’i kontrol etmelerini sağlamak ve Amerikan ajanı Husileri güneyden çıkarmak için kullandı. Neredeyse El Hudeyde’yi ele geçirip Husileri devirmek için Sana’ya yöneleceklerdi ki Amerika, El Hudeyde halkı açlıktan ve hastalıktan ölüyor propagandası sonrası 13 Aralık 2018 tarihinde Stockholm konferansı düzenlendi ve böylece BAE ile müttefiklerinin Yemen’in güneyine doğru ilerleyişi durdu... İşte İngiltere, uluslararası siyasette böylesi bir sinsi politika izlemektedir!

6- Dolayısıyla Amerika, bir çözüm bulma konusunda oyalama taktiği izliyor. Hızlı Destek Kuvvetleri anlaşmayı kabul ederken, ordu kabul etmiyor ve süreç böyle devam edip gidiyor. Müzakereler, bir çözüm bulmak için değil, oyalama taktiği izlemek için Cidde’den Kahire’ye, ardından Cenevre’ye taşındı. “İktidardaki Geçici Egemenlik Konseyi tarafından yapılan açıklamada, “ABD’nin Sudan Özel Temsilcisi Tom Perriello ile yapılan bir görüşme üzerine Mısır hükümetinin Cidde Bildirisi’ndeki hükümlerin uygulanmasına yönelik Sudan hükümetinin görüşünü görüşmek üzere Kahire’de bir hükümet heyetiyle toplantı talep etti, Sudan hükümeti de Kahire’ye bir heyet göndermeyi kabul etti.” denildi. Açıklamada “Cidde anlaşmasının HDK’nin sivil bölgelerden ayrılması gerektirdiği” belirtildi. (19.08.2024 www.al-marsd.com)

7- Özetle:

A- Cenevre’de 14 Ağustos 2024’te başlayıp 10 gün sürmesi planlanan konferansta, Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasındaki çatışmayı durdurmak için yanıltıcı kararlar alınması olası. “Cenevre görüşmelerinin ABD ve Suudi Arabistan’ın himayesinde on gün kadar sürmesi planlanıyor.” (14.08.2024 El Cezire) Ancak bu kararlar, sadece kâğıt üzerinde kalıp etkin bir çözüm sunmayabilir. Bir anlaşmaya varılması durumunda ise geçici olacak, kalıcı olmayacaktır, çünkü Amerika henüz hedeflerine ulaşmış değildir. Anlaşma sadece insani yardımların ulaştırılması konusu üzerine odaklanacaktır. “Sudan hükümeti, insani yardımların Çad sınırındaki Adre geçiş noktasından geçmesine izin vereceğini duyurdu. Cenevre Konferansına katılan yedi uluslararası taraf bu adımı memnuniyetle karşıladı...” (17.08.2024 Skynews Arapça) “Amerika, Cenevre müzakerelerini “yeni bir model” olarak nitelendirdi ve görüşmelerin amacının yardımların genişletilmesi ve insani koridorların yeniden açılması olduğunu vurguladı.” (20.08.2024 El Cezire)

B- Amerika’nın, özellikle BAE gibi bölgesel ajanları ve Takaddum Koordinasyonu gibi yerel ajanları aracılığıyla İngiltere’yi Sudan’daki sahneden diskalifiye etme yetersizliği hala devam ediyor. Bu durum, Amerika’nın hesaplarını gözden geçirmesine ve BAE’yi Cenevre Konferansı’na dahil etmesine neden oldu. Oysa daha önce Avrupa yanlısı güçleri (Özgürlük ve Değişim Güçleri) göz ardı eden ABD, Sudan meselelerini Cidde Platformu’nda ajanı Suudi Arabistan ile birlikte yürütüyordu. Amerika, Özgürlük ve Değişim’den daha etkili bir güç olan ve BAE’yi de arkasına alan Takaddum neşvünema edince, çatışmayı durdurmak için gerçek bir çözüm bulmak amacıyla değil, manevra yapmak ve maniple etmek amacıyla BAE’yi konferansa dahil etmeye karar verdi.

C- Bütün bunlar, Müslüman Sudan halkı için bir kayıptır. Hem katil hem de maktul, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem buyurduğu gibi cehennemdedir:

ذَاالْتَقَىالْمُسْلِمَانِبِسَيْفَيْهِمَافَالْقَاتِلُوَالْمَقْتُولُفِيالنَّارِ“İki Müslüman kılıçlarıyla karşılaşırsa ölen de öldüren de Cehennemdedir.” Ordudaki samimi subaylar ve halk, tüm bu komploları yıkmak ve ajanlardan kurtulmak için harekete geçmelidir. Çünkü belanın kaynağıdırlar, sömürgeciler, tüm bu komploları bu ajanlar üzerinden hayata geçirmektedirler... Ayrıca tüm samimi insanlar Hizb-ut Tahrir’i desteklemek için harekete geçmelidir. Hizb, onlarca yıldır bu komploları ifşa eden ve her seferinde doğru bir görüş ortaya koyan samimi siyasi bir liderliktir. Samimi güç ve kuvvet ehli, Allah’ın dinine yardım etmek ve üstün kılmak için Hizbe nusret vermelidir.

وَلَيَنصُرَنَّ اللهُ مَنْ يَنصُرُهُ إِنَّ اللهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ“Şüphesiz ki Allah, kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” [Hac 40]

H.15 Safer 1446
M.20 Ağustos 2024

Devamını oku...

İnsan Hakları Kurumları ve Arkasındakiler, Bizim Gibileri Umursamazlar

Mashad İnsan Hakları Gözlemevi, Sennar Eyaleti’nin farklı bölgelerinde, aralarında 18 yaşından küçük kız çocuklarının da bulunduğu 21’den fazla kadının Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) mensupları tarafından tecavüze uğradığını açıkladı. Mashad, uluslararası ve bölgesel insan hakları kuruluşlarından Sudanlı kadınları ve sivilleri tehlikelerden korumak için derhal harekete geçmelerini talep ettiğini belirtti. Ayrıca, insani yardım kuruluşlarına, Sennar Eyaleti’ndeki savaştan etkilenenlerin temel ihtiyaçlarını karşılamak için çabalarını sürdürme çağrısında bulundu. (19.08.2024 El Cezire)

Ne yazık ki, İslam ümmetinin bazı çocukları ya cehaletten ya da çaresizlikten olsa gerek bizi bu duruma düşüren komploculardan, uluslararası toplum ve kuruluşlardan hala medet ummaktadırlar. Oysa bu kuruluşlar, Sudan’ın kaynakları için mücadele eden, bu saçma savaşın fitilini ateşleyen Amerika ve Avrupa’nın güdümündedir. Kendileri saptıkları gibi ümmetin davasını da saptıran bu kişiler, benimsedikleri hedefler yerine uluslararası örgütler ve kurumlara bağımlı hale gelmişler, insanları milliyetlerine ve kimliklerine göre önemseyen (insanlık dışı) demokratik yasaları benimsemişlerdir. Ukrayna savaşı patlak verdiğinde hemen kadın ve çocukların yardımına koşan, Kiev hükümetine silah gönderen, devasa mali yardımda bulunan bu kuruluşlar, söz konusu bizler olunca sadece kınamakla ve lanetlemekle yetinmektedirler. 

Mesele Müslüman kadınlar olunca, sözde Birleşmiş Milletler ve uluslararası toplum her zaman içi boş kınamalarla yetinmekte, pratik hiçbir eylemde bulunmamaktadır. Harekete geçtiğinde ise, iğrenç sömürgeci çıkarlarını gerçekleştirmek ve İslam ümmetini boyunduruk altına almak için harekete geçtiği görülmektedir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

إِنْ يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَاءً وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ “Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten inkâr edivermenizi istemektedirler.” [Mümtehine 2]

Birleşmiş Milletler, Batılı demokratik ülkeler, dünya medyası ve insan hakları örgütleri, Hızlı Destek Kuvvetleri tarafından işlenen ve giderek artan katliamları ve zulümleri görmezden gelmeyi yeğledi. Bunun yerine ekonomik ve siyasi çıkarlarını korumayı ve gerçekleştirmeyi seçtiler. İnsan haklarına dair boş demokratik sloganları ifşa etmek ve teşhir etmek için bölgesel uydu devletleri aracılığıyla her iki tarafa da destek ve silah sağlamaya devam ettiler.

Silahlı kuvvetlerdeki samimi subaylara, Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın şu buyruğunu hatırlatıyoruz:

وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِيّاً وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَصِيراً“Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” [Nisa 75] Bu ayeti bildiğiniz halde nasıl olur da kız kardeşlerinizi Hızlı Destek Kuvvetleri’nin suçlarıyla baş başa bırakabilirsiniz?

Kapitalist Batılı ülkelerin, Birleşmiş Milletlerin ve uluslararası toplumun aldatmacası, dökükleri timsah gözyaşları, sundukları kadın hakları, insan hakları anlaşmaları, kararları, tavsiyeleri ve zehirli çözümleri, sinsi bir tuzaktır ve seraptan başka bir şey değildir. Hepsi de tuzaktır. Kurtuluşumuz, başımıza belalar gelmesi bekleyen, bize açıkça düşmanlık eden ya da ikiyüzlü insanlık kisvesi giyen düşmanlarımızda değil, ordulardaki samimi subaylardadır. Çünkü sorunlarımızı düşmanlarımıza havale etmek siyasi intihardır, ümmetimiz için büyük bir yıkımdır ve Müslüman ülkelerin ihlal edilmesidir.

Durumu, komplocular ve uşakları aleyhine çevirmek için hala bir şansımız var. Nübüvvet metodu üzere Hilafet Devletini kurarak bu kadınlar ve kapitalizmin servet çatışmasının mağduru haline gelen tüm Müslüman ülkelerdeki diğer kadınların onur kaybına, pratik ve hızlı bir çözüm bulabiliriz. Çünkü Hilafet, ümmetin evlatları arasına nifak ve savaş tohumları eken sömürgeciliği caydıracak, Müslümanların onur ve haysiyetini yeniden tesis edecektir. Tecavüze uğrayan kadınları kurtarmanın ve onları HDK’nin suçlarından korumanın tek yolu budur.

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Sudan Vilayeti Kadın Resmi Sözcüsü

Devamını oku...

Pakistan Vilayeti: Allah Subhanehu ve Teala, İsmail Haniye'nin Şehadetini Kabul Etsin

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Hizb-ut Tahrir/ Pakistan Vilayeti:
Allah Subhanehu ve Teala, İsmail Haniye'nin Şehadetini Kabul Etsin

Allah Subhanehu ve Teala, İsmail Haniye'nin Şehadetini kabul etsin. O, bu savaşın ne ilk şehididir ne de son şehididir.

Hizb-ut Tahrir Pakistan Vilayeti Medya Bürosu

27 Muharrem 1446 Hicri - 2 Ağustos 2024 Miladi

Basın açıklamasını okumak için Tıklayınız

pakistan vilayeti

#طوفان_الأقصى

#الجيوش_إلى_الأقصى

#الأقصى_يستصرخ_الجيوش

#AksaTufanı

#OrdularAksaya

#ArmiesToAqsa

#AqsaCallsArmies

pakistan vilayeti

İlgili Bağlantılar:

E- mail: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.          WhatsApp: +967 713 645 449

pakistan vilayeti

Devamını oku...

Ümmetin Hizb-ut Tahrir Liderliğinde Değişim Zamanı

  • Kategori Makaleler
  •   |  

El-Vai Dergisi

Ümmetin Hizb-ut Tahrir Liderliğinde Değişim Zamanı

Müh. Abdullah Es-Salâhî / Yemen Vilayeti

Müslümanların zillet ve aşağılanma içinde yaşadıkları, düşmanların tuzaklarının ve onların Müslüman ülkelerin başına musallat olmalarının yanı sıra; Müslümanların içinde bulundukları şartların temsil ettiği zor koşullar ve acı durumlarla çevrili oldukları ve İslam’ın öğretilerinden uzaklaşmak, Allah Subhanehu’nun şeriatının dışlanması, şeriatla hükmetmenin ve onunla muhakeme olmanın reddedilmesi gibi Müslüman toplumlarının çoğunun başına gelenler bugün artık insanlardan hiç kimse için bir sır değildir.

Bugün Müslümanlar tarihlerindeki en karanlık dönemlerden birini yaşıyorlar; zira onlar, güçlülükten zayıflığa, liderlik ve öncülükten bağımlılık ve aşağılanmaya doğru kaymışlardır. Bugün Müslümanların durumunu tasavvur eden biri, Müslümanların toplumlarında ve yaşamın farklı yönlerinden her birinde zayıflığın ve İslam dininin hakikatinden uzaklığın tezahürlerini çok açık bir şekilde görebilir.

Ey Müslümanlar: İslam ümmetinin tarihini takip eden ve onun altın sayfalarla dolu sicilini inceleyen biri hayrete düşer ve onun, İslam’ı, Kur’an ahlakını, ahirete bağlanmayı, dünyadan kaçınmayı, Allah yolunda cihat etmeyi, Allah’ın dinini yaymayı, tüm insanların hidayet üzere olmasına ve Allah’ın kendilerini şereflendirdiği bu dinin genişlemesine hırs göstermeyi temsil eden bu parlak sayfalardaki tutumlarını zenginleştiren görkemli yüceliklerini okuyan biri de tamamen hayretler içerisinde kalır.

Ey Müslümanlar: Dünyanın her yerinde Müslümanların öldürüldüğü, yerlerinden edildiği, onurlarının çiğnendiği ve servetlerinin yağmalandığı bu kötü durumda olsak bile nefislerimize mağlubiyet duygusu yerleşmemelidir; çünkü bizler, Allah Azze ve Celle’nin şu kavlini açıkça bilen bir ümmetiz: وَنُرِيدُ أَن نَّمُنَّ عَلَى الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْأَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ أَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِثِينَ   “Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) varis kılmak istiyorduk.” [Kasas 5]

Ümmet olarak bizler, Allah Azze ve Celle’nin şu kavlini yakinen biliyoruz: وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar Bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 55] Allah Azze ve Celle’nin şu kavlinin anlamını da biliyoruz: إِنَّا لَنَنصُرُ رُسُلَنَا وَٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ فِي ٱلۡحَيَوٰةِ ٱلدُّنۡيَا وَيَوۡمَ يَقُومُ ٱلۡأَشۡهَٰدُŞüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.” [Ğafir 51]

Allah’ın kulları: Müslümanların düşmanları, güç ve kuvvet içerisinde Müslümanların başına musallat olmuş ve gurur ve kibir içesinde batıl ve küfür üzeredir; ama İslam ümmeti olarak bizler, zillet, zayıflık ve aşağılanma içinde olsak da hak ve hidayet üzere bir ümmet olduğumuz gibi bizler, güzel akıbetin muttakiler için olmasından ve yardımın da müminler için olmasından dolayı güce, kuvvete, yardıma ve yakîne daha layık olan bir ümmetiz. Ayrıca liberallerin, laiklerin, dinsizlerin ve alemlerin Rabbinin şeriatının uygulanmasından nefret edenlerin iktidarlarının tadını çıkaramayacakları kesindir; çünkü Allahu Teala bunu söylediği gibi Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem de bunu haber vermiştir. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: يُرِيدُونَ أَن يُطْفِئُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللَّهُ إِلَّا أَن يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ * هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَه بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ   “Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Kâfirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır. O (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için Rasulü’nü hidayet ve hak din ile gönderendir.” [Tevbe 32-33]

İslam, bir yönde batarken diğer yönden doğan ve doğmaya da devam edecek olan bir güneş gibidir. Zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: لَيَبْلُغَنَّ هَذَا الْأَمْرُ مَا بَلَغَ اللَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَلَا يَتْرُكُ اللَّهُ بَيْتَ مَدَرٍ وَلَا وَبَرٍ إِلَّا أَدْخَلَهُ اللَّهُ هَذَا الدِّينَ بِعِزِّ عَزِيزٍ أَوْ بِذُلِّ ذَلِيلٍ عِزًّا يُعِزُّ اللَّهُ بِهِ الْإِسْلَامَ وَذُلًّا يُذِلُّ اللَّهُ بِهِ الْكُفْرَ   “Muhakkak ki bu iş (bu dinin hakimiyeti) gece ve gündüzün ulaştığı yerlere ulaşacaktır. Allah ne bir kerpiç ev ne de bir keçe çadır bırakmayacak; azizi aziz ederek, zelili zelil ederek, bu dini ona dahil edecektir. Allah'ın bu işte aziz edeceği İslâm'dır. Allah'ın bu işte zelil edeceği küfürdür.

Zafer gecikebilir; çünkü iman eden ümmet henüz Allah’a ve davetine yönelik çabasını somutlaştırmamıştır. Zafer gecikebilir; çünkü çevre henüz hakkı, hayrı ve adaleti kabul etmeye uygun değildir; yani zafer, nefisler onu kabul etmeye ve korumaya hazır oluncaya kadar gecikebilir ancak o mutlaka gelecektir:وَعْدَ اللّٰهِۜ لَا يُخْلِفُ اللّٰهُ وَعْدَهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُون “(Bu) Allah'ın vâdettiğidir. Allah vâdinden caymaz; fakat insanların çoğu bilmezler.” [Rum 6]

Allah bize, saflarımızı birleştirmemizi ve köklü bir değişim ve Allah’ın şeriatının uygulanması için gayretle çalışmamızı emretmiştir; zira Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: وَأَطِيعُواْ اللهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُواْ إِنَّ اللهَ مَعَ الصَّابِرِينَ    “Allah ve Rasulü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” [Enfal 46]

Bu ayeti kerimede Allah bizi, çekişmekten ve bölünmekten nehyetmiştir: çünkü bu zayıflığımızın sebebi olup düşmana karşı muzaffer olmamızın sebebi ise birlik ve uyum içinde olmamızdır. Bugün İslam ümmetinin saflarını birleştirmeye ve yöneticilerini değiştirmek için çaba göstermeye şiddetle ihtiyacı vardır; çünkü bu yöneticiler olmasaydı ne Yahudiler ne de diğerleri ümmetin başına musallat olamazlardı; yine İslam ümmetinin, ümmetin yeniden birleşmesi için çalışmaya da şiddetle ihtiyacı vardır… Zira birlik, zaferin müttefikidir; bu değişim ise ancak ümmeti bilinçlendirmeye ve ona tek bir devlet olduğu zamanki büyük ihtişamını hatırlatmaya davet edip çalışmakla olacaktır; zira zafer, tüm enerjilerini ümmeti köleleştirmek ve onu alemlerin Rabbinin yarattığı fıtratından saptırmak için kullanmaya adayan yöneticilerinden, tiranlarından, kötü âlimlerinden ve aynı şekilde bu alimlerin, bu yöneticilerin kaprislerini, halklarının başına musallat olmalarını ve ümmetin onuru ve izzeti pahasına Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmelerini sağlayan fetvalarından dolayı ümmetin büyük acılar çektiği gerçeklikte köklü bir değişimin olmasıyla bağlantılıdır… Ayrıca bu alimler, ümmetin kalkınmasına, onun uykusundan uyanmasına, Hilafet hakkındaki meşru ve vacip olan hakkını tanımasına ve evlatlarını, sınırlarını ayırmayan ve Arabı, Acemi, siyahı ve beyazı, küçüğü ve büyüğü, yöneticileri ve yönetilenleri şeriatın şemsiyesi ve gölgesi altında birleştirecek tek bir ümmet ve devlet olmasına karşı savaşan yöneticilerin yanında yer almaktadırlar.

Müslümanlar olarak bizim umutsuzluğa kapılmamamız, aksine üzücü ve acı verici gerçekliğimizi değiştirmek için çok çalışmamız gerekmektedir; bu değişimin, akidemizden, ilkelerimizden ve Allah'ın müminlere olan vaadine ve yardımına olan samimi imanımızdan kaynaklanması gerekir. Bu yüzden ümmetin, ajanlarının ve münafıklarının yükünden kurtulması için değişime şiddetle ihtiyaç duyması zaruri ve kaçınılmazdır; zira Gazze halkı kararlılıkları ve sabırlarıyla, zafere ulaşmak için bir umudun olduğuna dair açık bir delil oluşturmuşlardır. Dolayısıyla gerçekliğimizi değiştirip toplumumuzu, İslam şeriatına dayalı köklü bir değişimle değiştirip ıslah etmedikçe bu değişim gerçekleşmeyecektir.

Ümmet için köklü değişim, Batı’nın aşağılık demokrasisi ile teşvik ettiği gibi bir değişim değil, aksine İslam şeriatına ve zalim ve ajan hükümetlerin devrilmesine dayalı bir değişim anlamına gelmektedir… işte bu, dünyanın dört bir tarafındaki mustazaf Müslümanlara yardım edilecek olan bir değişimdir. Çünkü bizler, kıyamet gününde onlardan dolayı sorguya çekileceğiz. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَقِفُوهُمْ اِنَّهُمْ مَسْؤُ۫لُونَۙOnları tutuklayın, çünkü onlar sorguya çekilecekler.” [Saffat 24] Peki Gazze’deki kardeşlerimizin başına gelen bu acı gerçeklik ve Yahudilerin onların üzerine üşüşmeleri, değişimi ve zalimlerin tahtlarını alt üst etmeyi gerektirmiyor mu?! Nitekim Gazze’ye yönelik saldırı maskeleri düşürüp gerçekleri ortaya çıkarmış olup -yöneten ya da yönetilen olsun- hiç kimsenin, dünyadaki, özellikle de Müslüman ülkelerdeki durumun ciddiyetini ve değişimin kaçınılmazlığını idrak etmemek, sorumluluk almamak ve katkıda bulunmamak, dahası herkesin işbirliği yaparak köklü bir değişimi gerçekleştirmek için acele etmemek gibi bir mazereti kalmamıştır… Zira bu, kötüleşmenin devam etmesini durduracak ve Müslüman ülkeleri tehlikeli çıkmazdan ve sadece batıla saygı duymayı dayatanlara saygı duyan bu dünyadaki karanlık gelecekten kurtaracak olan bir değişimdir.

Dolayısıyla gerekli olan köklü değişim, dinini ve kutsallarını kıskanan her Müslümanın arzuladığı bir gerçeklik mesabesinde olan Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin geri dönüşü için ana faktör ve temel bir başlangıç noktasıdır.

Ümmetin tüm gençlerinin projesi ve tek kaygılarının, Hilafetin yeniden tesis edilmesinin ve Hilafetin geri dönüşünün, İslam’ın ve İslam ümmetinin akıbetinden dolayı kıskançlık duyan ve korkan, kâfirler hoşlanmasalar bile İslam’ın tüm dinlere üstün gelmesini arzulayan herkesin zihnini meşgul etmesi gereken bir talep olmasıdır… İşte bu, bu dinin düşmanlarının uykusunu kaçıracak ve ellerini Müslümanlara tuzak kurmaktan çekecektir.

Bu bağlamda El Cezire Net internet sitesinden bir metin aktaralım; (-Kaldırılan Hilafetin yeniden tesis edilmesi- meselesi, günümüz İslami hareketleri en çok meşgul eden konulardan biri haline gelmiştir; aksine Osmanlı Devleti’nin -veya Osmanlı Hilafeti’nin- kaldırılması, büyük küresel İslami hareketlerin ortaya çıkmasına sevk eden güçlü ve doğrudan nedenler arasında yer almaktadır. Örneğin: Mısır'da ortaya çıkan Müslüman Kardeşler, Hindistan’da ortaya çıkan Tebliğ Cemaati ve Cemaat-i İslami ve Türkiye'de ortaya çıkan Nur Cemaati, sonra bunların ardından ortaya çıkan ve Hilafet meselesinde uzmanlaşan ve bunu ana kaygısı ve sürekli çabası haline getiren İslami Hizb-ut Tahrir gibi.) (El Cezire Net İnternet Sitesi)

Hizb-ut Tahrir fikri, metodu ve akidesiyle benzersiz olup Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin kaçınılmaz olarak geleceğine kesin olarak iman etmiştir; zira bu, Allah’ın bize vaat ettiği gibi kesin olan bir emirdir; nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ    “Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 55] Ve Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem hadisinde şöyle buyurmuştur:تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكاً عَاضّاً فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكاً جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ» ثُمَّ سَكَتَ... “Allah’ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhacı üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı meliklik olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra zorba diktatörlük olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır.” Sonra sükût etti.” [İmam Ahmed rivayet etti.]

İslam ümmeti bu dine yardım etmek için fedakârlıklarda bulunmuş ve bulunmakta olup birçok Müslüman ülkede İslam’ın geri dönüşü yolunda ölüm kalım mücadelesi vermektedir. Zira Filistin, Irak, Şam, Cezayir, Mısır, Keşmir ve diğer bölgelerdeki sahneler, ümmetin, İslam’ı üstün kılma ve Allah Subhanehu ve Teala’nın kelimesini yüceltme yolunda ölüm kalım mücadelesini girmeye hazır olduğuna tanıklık etmektedir.

Hizb-ut Tahrir, projesini sunmuş, fedakârlıklarda bulunmuş ve aynı şekilde gençleri, İslam ümmeti için bir kalkınma projesi olarak Hilafet Devleti’nin kurmak yoluyla İslam’ın yönetime taşınmasını ölüm kalım meselesi olarak benimsemiştir… Bu yüzden partinin birçok genci, Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet projesine davet etme yolunda yerinden edilmiş, hapsedilmiş, işkence görmüş ve öldürülmüştür… Dolayısıyla onların çabaları, fedakârlıkları ve sabırları sayesinde bu proje, kendi ehlinin, hatta başkalarının şehadetiyle neredeyse sonuna ulaşmak üzeredir…

Geriye sizin ölüm kalım meselesini benimseniz ve dininize yardım etmeniz kalmıştır ey nusret ehli! Burada sizlere, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile Ensar Rıdvanullahi Aleyhim arasında gerçekleşen İkinci Akabe biatıyla ilgili hadisi hatırlatalım; zira Ensar şöyle dediler: “Ey Allah’ın Rasulü, seninle biatlaşıyoruz. Vallahi bizler harb ehliyiz ve silah sahipleriyiz. Bunlar ecdadımızdan bize miras kalmıştır.” Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onlara şöyle demiştir: بَلْ الدَّمَ الدَّمَ وَالْهَدْمَ الْهَدْمَ، أَنَا مِنْكُمْ وَأَنْتُمْ مِنِّي أُحَارِبُ مَنْ حَارَبْتُمْ وَأُسَالِمُ مَنْ سَالَمْتُمْBilakis kana kan ve dişe diş var. Ben sizdenim, siz de bendensiniz. Sizin savaştığınız kimselerle savaşır, barış yaptığınız kimselerle de barış yaparım.” 

Ey güç ve kuvvet ehli: Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: لَا طَاعَةَ لِمَخْلُوقٍ فِي مَعْصِيَةِ الْخَالِقِYaratıcıya isyanda kula itaat yoktur.Ey komutanlar ve ey özgür ordular; vicdanınızı harekete geçiren imanınız ve İslam'a ve halkına yönelik kıskançlığınız hani nerede?Kardeşlerinizin Gazze'de ve başka yerlerde öldürüldüğünü ve namuslarının çiğnendiğini görmüyor musunuz?! İçinizde Mu’tasım gibi bir yiğit yok mu? Ümmete karşı komplo kuranların, onu satanların ve onu ideolojisinden ve akidesinden koparanların emirlerini yerine getirirken içine düştüğünüz utanç verici gerçekliğinizi görmüyor musunuz?!

Ey komutan, ey askerim: Kendisine, Kitabı’na, Rasulü’ne ve O’na indirdiğine iman ettiğiniz Allah için soruyorum; İslam halkı ve Gazze'deki kardeşleriniz katledilirken, öldürülürken, açlık ve susuzluktan ölürken siz nasıl uyuyabiliyor, yiyebiliyor, içebiliyor ve oynayabiliyorsunuz?

Ey güç ve kuvvet ehli: Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmadı mı: مَثَلُ الْمُؤْمِنِينَ فِي تَوَادِّهِمْ وَتَرَاحُمِهِمْ وَتَعَاطُفِهِمْ مَثَلُ الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الْجَسَدِ بِالسَّهَرِ وَالْحُمَّى    “Müminler birbirlerini sevmede, birbirlerine acımada ve birbirlerini korumada bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” Sayıları iki milyara yaklaşan Müslümanlar, insanlığın neredeyse dörtte birini temsil etmekte, elli yedi devlete yayılmış durumdalar ve Müslüman azınlıklar dünyanın dört bir yanına yayılmışlar ancak onlar selin üzerindeki çer çöp gibidirler. Dinimize ve akidemize dönmediğimiz sürece çokluğumuzun ve silahlarımızın çokluğunun hiçbir değeri yoktur. Şayet Allah’a dua edip O’nun şeriatını aramızda tatbik etmek ve korumasıyla korunacağımız ve hayırlarıyla nimetleneceğimiz Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin olduğu tek bir devleti kurmak için çaba göstermezsek bizde de bir hayır yoktur; zira Allah’ın vaadi kesinlikle haktır. Çünkü ümmet, dinine karşı ilgili ve sorumludur; bu yüzden din, onun kutsalları ve metodu savunulmalı ve ümmetin bireyleri, İslam’ın ihtişamını yeniden tesis etmek ve onu, düşmanının entrikasından, onların aç kurtlar gibi üşüşmelerinden ve tuzaklarından kurtarmak için sahip oldukları mümkün ve mevcut olan yolları layıkıyla kullanmalıdırlar.

Bizim vacibimiz Allah’a karşı hüsnü zan beslemektir; bu da kulun, durumu ne olursa olsun ve ne kadar zayıflık, zulüm ve aşağılanmış duruma ulaşmış olursa olsun Allah’ın ümmete bir çıkış yolu ve imkan vereceğine inanmasının vacip olduğu anlamına gelmektedir; çünkü bu, asla cayılmayacak olan Allah’ın vaadi ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesidir. Zira önünden de ardından da batılın gelmediği Kur’an’ın açıkça aramızda olduğu sabit olup Kur’an, Hakîm ve Hamîd olanın katından inmiştir; masum olan Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den sabit olan sahih sünnette açıkça aramızdadır. Ayrıca güç ve kuvvet ehline, dinlerine ve ümmetlerine karşı sorumluluğun imanın bir parçası ve bunun gerçek bir delil olduğunu da hatırlatırız; çünkü İslam’ın merkezini savunmak, tüm Müslümanların üzerine vacip olan bir emirdir.

Kaynak: El-Vai Dergisi - 457. Sayı - 20/08/2024

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER