Pazartesi, 21 Cumade’s Sânî 1446 | 2024/12/23
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Yalnızca Hilâfet, Fiyat Artışı Problemini Çözebilir

  • Kategori Bangladeş
  •   |  

Temel tüketim ürünlerine yapılan zamlar nedeniyle, orta halli ve düşük gelirli insanların yaşamı katlanılmaz hale gelmiştir. Nitekim temel malların ve hizmetlerin fiyatları, sıradan insanların satın alma gücünün ötesine ulaşmıştır. Sözde ekonomistler, politikacılar ve düşünürler gazete köşelerinde ve televizyon programlarında gerçeklikten uzak çözümler ileri sürerlerken, sıradan halkın ıstırâbı günden güne artmaktadır. Şimdiki Fahruddîn Ahmed Hükümeti de dâhil, peşi sıra gelen hükümetler bu sorunu çözme becerisi gösterememişler ve halka karşı sorumluluklarını yerine getirmede büyük ihmâlkârlıklar sergilemişlerdir. Artık insanlar için bu hükümetlerden, politikacılardan ve ekonomistlerden medet ummayı bırakıp yeni bir ekonomik alternatife yönelme vakti gelmiştir.

Fiyat artışları meselesine dönük tartışmalarda pek çok neden öne sürülmektedir. Bunlar arasında, küresel piyasadaki fiyat artışları, doğal âfetlerden ötürü meydana gelen üretim eksikliği ve iş dünyası tarafından yapılan fiyat ayarlamaları ve tekelcilik gibi faktörler vardır. Bunlara göre sorunun giderilmesine yönelik birtakım çözümler ortaya atılmaktadır ki bunlar arasında, pazarlardaki fiyatları izlemek üzere bir yasal yaptırım ajansı görevlendirmek, peşin parayla ithâlat yapmak, BDR tarafından işletilecek ucuzluk mağazaları açmak gibi şeyler vardır. Fakat hiç kimse fiyat artışlarına yol açan gerçek nedenler hakkında sorular sormamaktadır; Ekonomisi tarım ağırlıklı bir ülkede niçin böyle bir yiyecek krizi vardır? Ülkedeki tarım sektörünün sistematik olarak yıkıma uğramasının sorumlusu kimdir? Yiyeceğimizi neden Hindistan'dan ithâl etmek zorundayız? Bangladeş ekonomisini, yabancı ülkelere böylesine ağır bir biçimde bağımlı hale getiren kimdir? Tüm bu soruların tek bir cevabı vardır: ülkede uygulanan küfür nizâmı ve başındaki kapitalist yöneticiler!

Bangladeş'teki mevcut yönetim nizâmının gerçeği; yönetici elitin çıkarlarını ve arzularını temel alan beşer mahsulü bir küfür sistemi olmasıdır. Bu sistem sayesinde başımızdaki yöneticiler, ekonomiyi bütünüyle kapitalist ekonomik prensiplere dayandırmışlardır. Bu ise Gayri-Sâfi Millî Hâsılayı (GSMH) dikkate almaktadır ki gerçekte bu ölçü, kendi servetlerini ve zengin kapitalist hâmilerinin servetlerini artırdıklarını ifade eden bir diğer ıstılahtır. Aynı zamanda bu yöneticiler, kendi ceplerini doldurdukları kadar IMF, Dünya Bankası ve Kalkınma Ajansı gibi sömürgeci kurumlara da serbest bir dizgin vermektedirler. Halkın maslahatlarını hiçe sayarak bu kurumların talimatlarını ve buyruklarını harfiyen uygulamaktadırlar. Yazıktır ki otuz yıldan fazladır, başımızdaki bu yöneticiler, sömürgeci finans kurumları ile birlikte ülkenin ekonomisini târumâr etmişlerdir.

IMF ve Dünya Bankası'nın talimatlarını uygulayarak ülkenin ekonomisi çökme noktasına gelmiştir. Bu müfsit yöneticiler, gıda maddelerinde ve temel tüketim ürünlerinde kendi kendine yeterliliği başarmaya hiçbir önem vermemişler, tarım sektörüne yönelik herhangi bir etkisi olacak uzun vâdeli plânlamalar yapmaktan aciz kalmışlardır. Dünya Bankası'nın dayatmalarına boyun büken bu yöneticiler, bu sektöre oldukça dar kapsamlı destekler ve teşvikler sağlamakla yetinmişlerdir. Tarımın GSMH'ya etkisi %20 dolaylarında iken, bu sektöre bütçeden %5 gibi cüzi bir pay ayırmışlardır. Üstelik modern tarımın ve sulama yöntemlerinin geliştirilmesi veya çiftçilere tarım teknolojisinin sağlanması doğrultusunda hiçbir girişimde bulunmamışlardır. Hatta bu hükümetler, ekim döneminde dahi onlara gübre desteği vermekten âciz kalmışlardır.

Tarım sektörüne yönelik böyle bir ihmâlkârlık ve kötü yönetim sonucu Bangladeş, temel tüketim maddelerinde bile ithâlâtlara bağımlı hale gelmiştir. İşte bunun için küresel piyasadaki fiyat artışlarının doğrudan bizim fiyatlarımıza yansıdığına şahit oluyoruz. Üstelik yerli gıda ürünlerinin üretimindeki eksiklik nedeniyle, neredeyse tüm temel tüketim kalemlerinde Hindistan'a daha fazla bağımlı hale geliyoruz. Hindistan da bunu, Bangladeş halkı için korkunç sonuçları olan kendi çıkarlarına göre istismâr etmektedir. İşte Bangladeş halkının en çok ihtiyaç duyduğu pirincin fiyatını artırmaya yönelik Hindistan'ın aldığı karar tam da bunun sonucudur.

Ey İnsanlar! Fiyat artışlarının nedenleri ve kapitalist ekonominin korkunç sonuçları işte bunlardır. Pejmürde bir bencilliğin esiri olmuş bu yöneticilerin, yaşamlarımızı nasıl katlanılmaz hale getirdiklerini görüyorsunuz. Mevcut iktidarın herhangi bir ilerleme kaydettiğini, kendi yaşamınızda somut olarak hissedebilir misiniz? Heyhat, Nerede! Muhakkak ki bu hükümet, önceki hükümetler gibi, iktidara geldiğinden beri, göstermelik ve aldatıcı istatistikler dışında, halkın geçimini kolaylaştıracak hiçbir adım atmış değildir. Dahası her defasında insanların hayatını mahvetmeyi bir meslek haline getirmişlerdir. Piyasaları altüst etmişler, fakirleri kanun zoruyla evlerinden etmişler ve insanları işlerinden çıkartmışlardır. İşte böylelerinin fiyat artışı sorununa önerebildikleri tek çözüm, Hindistan'ın kapılarında dilenmek olmuştur! Aynı zamanda maliye müsteşarı olan, kapitalist teknokrat ve Dünya Bankası kölesi Mirza A. B. M. Aziz, kapitalist ekonomi politikalarını sürdüregelmektedir. Ekonomimiz kapitalist ilkelere ve yabancı kurumların dayatmalarına göre işletilmeye devam ettiği sürece, fiyatlar da artmaya devam edecek ve ıstırâbımız sürecektir. Dolayısıyla bu hayatın zorluklarından kurtulup kendimizi bütünüyle yaratılış gâyemize verebilmemiz için Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın inzâl ettiği Hidâyet'in tatbîkine dönmemiz kaçınılmazdır. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] Kur'ân-il Kerîm'de şöyle buyurmaktadır:  وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا  "Her kim Zikrimden [Şeriatımdan] yüz çevirirse, onun sıkıntılı bir hayatı olacaktır." [Tâ-Hê 124]

Muhakkak ki Allah [Subhânehu ve Te'alâ] daha iyi bir hayat yaşasınlar ve detaylı bir iktisat nizâmı da dâhil hayatın tüm işlerine yönelik kapsamlı bir nizâma sahip olsunlar diye insanlara hidâyet etmek üzere Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i göndermiştir. İslâm'ın iktisat nizâmı, Allah'ın emirlerine ve yasaklarına dayalıdır ve beşer mahsulü kapitalist sistemin yanlışlarına, bozukluklarına ve gediklerine kapalıdır. İslâmî Hilâfet tarafından tatbîk edilmiş olan İslâmî iktisat nizâmı, gerek fiyat artışları sorununu hızlı ve etkin bir biçimde çözebilecek, gerekse ekonomik refâhı sağlayabilecek yegâne iktisat nizâmıdır.

Bangladeş'in mevcut vâkıası ve İslâmî şer'î hükümler ışığında, fiyat artışı sorununu çözmek ve insanlara yeterli bir geçim sağlamak üzere Hilâfet Devleti'nin atacağı adımlardan bazılarını aşağıda sunuyoruz:

1.   IMF ve Dünya Bankası gibi sömürgeci finans kurumları derhal ülkeden kovulacaktır. Nitekim bu kurumlar ekonomimizi mahvetmiş ve ekonomimiz üzerinde yabancı kapitalistin kontrolünü dayatmıştır. Başımızdaki yöneticilerin iddialarına rağmen Bangladeş, yabancı yardıma ihtiyaç duymayacak kadar servetler ve kaynaklar bakımından zengin, oldukça verimli bir ülkedir. Üstelik İslâmî Şeriat, Müslüman Ümmet'in ekonomisi üzerinde sömürgeci tahakkümün bulunmasını haram kılar.

2.   Temel ihtiyaç kalemlerinde kendi kendine yeterlilik kazanmak üzere Hilâfet Devleti, aşağıdaki şekilde tarım sektörüne öncelik vererek yeniden düzenleyecektir:

o    Hilâfet Devleti, ülkedeki tüm ekilebilir arazileri işletmeye açacaktır. Bangladeş'in mevcut vâkıasında ise muazzam miktarda arazi, bunu işletmeyen toprak ağaları tarafından sahiplenilmiştir. İslâm, böyle arazi genişletilmesini haram kılar. İslâmî Devlet, arazisini üç yıl ekmeyenin bu arazisini elinden alır ve ondan faydalanabilecek başka birine verir. Bu hüküm, muhaddislerin toplayıp üzerinde ittifâk ettikleri, Umer [RadiyAllahu Anh]'e isnâd edilen birçok rivâyete dayanmaktadır:  فَإِنْ تَرَكَهَا حَتَّى تَمْضِي ثَلاَثَ سِنِينَ فَأَحْيَاهَا غَيْرَهُ فَهُوَ أَحَقٌّ بِهَا "Her kim üç sene geçinceye kadar (araziyi) ihmâl eder de başkası gelip onu ihyâ ederse, o (ihya eden o arazi üzerinde) daha hak sahibidir." [Kenz-ul Ummâl]

o    Hilâfet Devleti, toprağın verimliliğini ve üretkenliğini artırmaya yönelik en gelişmiş ve en modern tarım yöntemlerini ve teknolojilerini geliştirip sağlayacaktır. Bu da yerli gübre sanayi inşâ ederek ve çiftçilere ekim dönemlerinde gübre desteği sağlayarak kronik gübre krizi sorununu çözecektir.

o    Fakir çiftçilere bağışlarda bulunarak ve faizsiz teşvikler vererek topraklarını daha verimli işletebilmelerine imkân tanıyacaktır.

3.   Hilâfet Devleti, temel gıda maddelerini sağlayacaktır. İslâmî iktisat nizâmının temel ilkelerinden biri de yiyecek, giyecek ve mesken ihtiyaçlarının herkes için sağlanmasıdır ve bu, Hilâfet Devleti'nin, devletin tüm tebâsının bu temel ihtiyaçlarını güvence altına alan politikalar benimsemesini gerektirir. Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur: حسب ابن آدم بيت يؤيه وقطعة قماش تستر عورته وكسرة خبز وشربة ماء "Oturacağı bir ev, avretini örteceği bir parça kumaş ve bir lokma ekmek ile bir içim su Âdemoğluna yeter." İşte bu sorumluluk şuuru ile Halîfe Umer [RadiyAllahu Anh] Medîne'de baş gösteren kıtlık [Ramâde] sırasında Beyt-ul Mâl'in [devlet hazinesinin] kapılarını halka açmıştı.

4.   Hilâfet Devleti, tüccarlar, esnaflar ve diğer meslek erbapları arasında İslâmî değerleri kökleştirecek, hileli malları ve satışları, fiyat manipülasyonlarını ve tekelcilikleri durduran önlemler alacaktır. Nitekim İslâm, ticâret ehlini böylesi fasit uygulamalardan men etmiştir. Nebî Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:  مَنْ غَشَّنَا فَلَيْسَ مِنَّا "Her kim bizi aldatırsa, bizden değildir." [Muslim rivâyet etti] Ve şöyle buyurmuştur:  مَنْ اِحْتَكَرَ فَهُوَ خَاطِئٌ "İhtikâr yapan (stokçu) hata eder. (haddini aşar)" [Muslim rivâyet etti]

5.   Hilâfet Devleti, âdil bir biçimde servetin dağıtımını sağlayacak, böylelikle insanlar yeterli bir gelire ve temel giderlerini karşılayabilme imkânına kavuşacaktır. Mevcut kapitalist sistem ise serveti, bir grup mutlu azınlığın elinde tutmakta, bu da sistemin meydan verdiği faizci bankacılık, özelleştirme, yolsuzluk, stokçuluk ve tekelcilik yoluyla olmaktadır. Oysa İslâmî iktisat nizâmı, servetin toplum içerisindeki küçük bir kesim arasında tedâvülünü haram kılar. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] Kur'ân-il Kerîm'de şöyle buyurmuştur:  كَيْ لا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْلأَغْنِيَاء مِنكُمْ  "İçinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir güç olmasın diye." [el-Haşr 9]

Ey Müslümanlar! Şimdiki hükümet de dâhil, peş peşe gelen nice hükümetler gördünüz ki hepsi de halkın işlerini gözetme sorumluluklarını yerine getirmede başarısız olmuşlardır. Oysa Hilâfet yönetiminin aslî vazîfesi, insanların işlerini gözetmektir. Âişe [RadiyAllahu Anhâ]'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Şu evimde Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i şöyle derken işittim: اَللَّهُمَّ مَنْ وُلِيَ مِنْ أَمْرِ أُمَّتِي شَيْئًا فَشَقَّ عَلَيْهِمْ فَشُقَّ عَلَيْهِ، وَمَنْ وُلِيَ مِنْ أَمْرِ أُمَّتِي شَيْئًا فَرَفَقَ بِهِمْ فَأَرْفِقْ بِهِ "Allahım, her kim Ümmetimin işlerinden bir şeye (yönetime) vekil kılınır da onlara sert davranırsa, Sen de ona sert davran. Her kim de Ümmetimin işlerinden bir şeye (yönetime) vekil kılınır da onlara yumuşak davranırsa, Sen de ona yumuşak davran." [Muslim rivâyet etti.] İşte bu sorumluluğu hakkıyla yerine getirdiğinden ötürüdür ki Mü'minlerin Emîri Halîfe Umer [RadiyAllahu Anh] şöyle demiştir:  والله لو أن شاة عثرت بأرض العراق لكنت مسؤولا عنها ولخشيت أن يحاسبني الله عليها يوم القيامة  "Vallahi, bir koyun Irak arazisinde (suya) düşecek olsa, mutlaka ondan mesul olurum ve ben muhakkak Allah'ın Kıyâmet Günü beni bunun için hesâba çekeceğinden korkarım."

Şimdi üzerinizde âcilen yerine getirmeniz gereken bir farz vardır, Ey Müslümanlar, bu da on yıllardır sizleri ezmekte olan bu zâlim yöneticileri başınızdan atıp yerine sizleri adâlet ve ihsân ile gözetmek için bütün gücünü harcayacak bir Halîfe seçmektir. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  يَاأَيُّهَا الَّذِينَ ءَامَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ   "Ey îmân edenler! Allah ve Rasulü sizi, size hayat verene dâvet ettiği zaman icâbet edin!" [el-Enfâl 24]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Demokrasi ile İnsanlar, Arazi Mafyasından Kaçarken Vurgunculara Tutuluyor

Hizb-ut Tahrir; Danimarka gazetelerinde Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e saldıran karikatürlerin bir kez daha yayınlanacağının duyurulması üzerine Lahor, Karaçi ve İslâmâbâd'da gösteriler düzenledi. Gösteriler; Lahor'daki Dubâî Çavk'da, Karaçi'deki Târık Road'da ve İslâmâbâd'daki Sitâra Pazarı'nda yapıldı. Göstericilere hitap eden konuşmacılar, Kâfirlerin bir yandan Müslümanlara saldırıp topraklarını işgâl ederlerken, öte yandan en son örneği bu karikatürler olmak üzere Müslümanların inançlarına nasıl saldırdıklarını anlattılar. Yine yöneticilerin bu karikatürlerin yayınlanmaması için bütün güçlerini harcamaları halinde Danimarka medyasının bunları basmaya asla cüret edemeyeceklerini söylediler. Fakat gerçek şu ki bizâtihi Müslümanların başındaki yöneticiler batasıca Batı'nın hizmetindedirler ve onlar sayesinde Kâfirler, Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şânını incitmeye cüret etmektedirler. Konuşmacılar, Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e saldıranlara hak ettikleri cezâyı yalnızca Hilâfet'in vereceğini, nitekim bunu geçmişte, Müslümanların canlarını, mallarını ve inançları koruduğu dönemlerde kanıtladığını söyleyerek sözlerine son verdiler.

Devamını oku...

Yalnızca Hilâfet, Ey Müslümanlar, İslâm'ın Nebîsine Uzanan Sivri Dilleri Koparır

  • Kategori Hizb
  •   |  

Dün, 27.02.2008 Çarşamba günü Almanya İçişleri Bakanı, tüm Avrupa gazetelerine, Rasûl-il Ekrem [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e yönelik hakâret içerikli karikatürlerin yeniden yayınlanması çağrısında bulundu. Bundan birkaç gün önce de on yedi Danimarka gazetesi, yaklaşık iki sene önce bir Danimarka gazetesinin yayınladığı bu iğrenç karikatürleri yeniden yayınlamıştı. Yani İslâm'a kindarlık, daha önce iddia edildiği gibi, Batılı yöneticiler ile alâkası olmayan sırf bir medya organları meselesi değildir. Aksine bu, İslâm'a ve ehline karşı kapkara bir kin kusan irili-ufaklı tüm Batı'nın meselesidir, kalplerinde gizledikleri kin ve nefret ise çok daha büyüktür!

O zaman bu karikatürleri kınamaktan Müslümanların sesleri kısılmış, avazlarının çıktığı kadar haykırmışlardı ki Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e yardım edebilsinler... Lâkin netice, yöneticilerin bu sesleri bastırması ve etkinliğini boşa çıkarması oldu. Böylelikle Danimarka gazeteleri, bu karikatürleri tekrar yayınlamaya yöneldiler, hem de bir değil, on yedi gazetede birden! Bununla da yetinmediler, bu kez Alman bakan devreye girip ifade özgürlüğü gerekçesiyle bu onur kırıcı karikatürlerin yayınlanmasına hep birlikte ortak olmaları için Avrupa gazetelerine çağrıda bulundu. Oysa onlar yalancıların ta kendileridir! Bilakis bu, İslâm'a ve Müslümanlara karşı içlerinde sakladıkları azgın bir kin ve nefrettir. Madem öyle, ne diye Yahudilerin "Holokost" dedikleri toplu katliamı kötü bir şekilde anmaya da cüret etmiyorlar, geveleyedurdukları onca ifade özgürlüğü palavrasına rağmen?! O halde Müslümanları zayıf görmelerine, binalarına sokulmalarına, duvarlarına tırmanmalarına ve korkmadan-sakınmadan açıkça meydan okuyarak ve aşırı bir provakasyon ile mukaddeslerine dil uzatmalarına sebep nedir? İslâm'a ve İslâm'ın Nebîsine dil uzatmanın "külfeti", Kâfir Batı nezdinden yok denecek kadar az bir "külfettir." Öyle ki onların ne siyâsî, ne iktisâdî, hatta ne de askerî herhangi tasası vardır! Danimarka gazeteleri bu iğrenç karikatürleri yayınlıyor ve bu bakan böyle bir çağrıda bulunuyor... ancak bu devletler ile kesilen hiçbir alâka yoktur. Aksine elçileri Müslümanların topraklarında onurlu ve saygın bir halde durmaktadır. Elçilerinden herhangi bir elçinin saygınlığına hiç halel gelmiş değildir. Nitekim henüz hiçbiri kötü bir kovma ile, hatta sırf kovma ile kovulmuş değildir ve halen bakanları memnuniyetle karşılanmaktadır. Bu Alman bakanın da böyle karşılanması hiç de uzak değildir! Bu iğrenç karikatürler yayınlanıyor ve bu bakan böyle bir çağrıda bulunuyor... ancak Müslümanların beldelerindeki petrol, Batı'nın damarlarına kan pompalamaya devam etmekte, petrol sevkıyatı azalmaksızın sürmekte, üstelik yöneticiler ve kuyrukları, bu devletlerin ekonomilerini sübvanse eden bankalardaki mevduatlarını geri çekmemektedir! Bu iğrenç karikatürler yayınlanıyor ve bu bakan böyle bir çağrıda bulunuyor... ancak İslâm'ın ve Müslümanların düşmanlarına ait askerî üsler gelişmekte, sayıları artmakta, orduları oralarda güvenli ve huzurlu bir halde yatmakta, Müslümanların beldelerinde katliamlar işlemek üzere oralardan bombardıman uçakları havalanmakta... ne kapatılan bir üs, ne de kovulan bir asker bulunmakta, onları incitecek tek bir söz dahi işitilmemektedir!

O halde Kâfir Batı, İslâm'a, İslâm'ın Kur'ânına ve İslâm'ın Nebîsine dil uzatırken kimden korkacak ki?! Müslümanların beldelerindeki yöneticilerden mi korkacak? Oysa onlardır İslâm'ı arkalarına atanlar, onlardır İslâm'ın hadlerini kaldıranlar, onlardır İslâm'ın zirve sütûnu Cihâd'ı durduranlar! Onlardır Sömürgeci Kâfirleri uykusuz bırakan Hilâfet'e karşı savaşanlar, onlardır karşısında gözetler halde dikilip duranlar, onlardır onu kurmak için çalışanlara savaş açanlar, onları tutuklayanlar, onları hapislere atanlara, şehâdete varan işkencelere uğratanlar! Muhakkak ki bu yöneticilerin meselesi, tahtları, taçları ve koltuklarıdır; İslâm'ın ve Müslümanların beldelerinin emîn bekçileri olmak değildir. Hayır, onların derdi tahtlarıdır, taçlarıdır ve koltuklarıdır; Dîni ve dünyayı helak etmek, ülkeleri ve halkları aşağılamak pahasına da olsa! Allah onları kahretsin, katletsin, nasıl da döndürülüyorlar! Sömürgeci Kâfir bunlara hiç değer veriyor mu ki öfkeli yüzlerinden veya hatta edepli azarlarından korksunlar da İslâm'a yahut İslâm'ın Kur'ânına yahut İslâm'ın Nebîsine dil uzatmaktan çekinsinler?!

Ey Müslümanlar! Muhakkak ki yalnızca Hilâfet, sivri dilleri koparacak da İslâm'ın koruyucu kalesi olarak duracak, süvârileri canları ve malları pahasına onun emîn bekçileri olacak, hiçbir düşman, duvarlarına tırmanmak şöyle dursun, onun binasına yaklaşmaya dahi asla cüret edemeyecektir. Şüphesiz ki Hilâfet'in meselesi İslâm'dır; tahtlar, taçlar ve koltuklar değildir! İslâm'a dil uzatmak; İslâm'a dil uzatanlara Şeytan'ın vesveselerini unutturacak şekilde, uğrunda orduları seferber ederek, füzeler yağdırarak, bombardıman uçakları kaldırarak Hilâfet'in yerinden fırlayacağı bir savaş îlanıdır. Bütün bunlar bir yana, Sömürgeci Kâfirler, hatta orduların seferber edilmesine dahi gerek kalmadan, sırf Hilâfet'ten ve tepkisinden duydukları korkudan bile İslâm'a dil uzatmaya asla cüret edemeyeceklerdir.

Hilâfet'in târihi, İslâm'a ve Müslümanlara düşkünlüğü dillere destandır. Sırf İslâm'ın Kur'ânına ve İslâm'ın Nebîsine kötülük edenlere karşı değil, bundan daha hafif kötülüklerde bile meşhurdur. Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] zamanında Yahudilerin kendi çarşılarında kötülük ettikleri bir kadının kıssası ki Müslümanlar bu uğurda savaşıp Yahudileri sürgün ettiler... Rumların kötülük ettikleri bir kadının kıssası ki onları cezalandırmak için Halîfe bizâtihi orduya komuta edip Amûriye'yi [Ankara] fethetti... Sonra Abbâsî Hilâfet'i zamanında Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in kabrine kötülük etmeye çalışan iki Nasranînin kıssası ki o zaman H. 557 yılında eş-Şâm Vâlisi Nurettin Zengi idi, Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e yardım etmek üzere Abbâsî Halîfesinin bilgisi dâhilinde Medîne-i Münevvere'ye giderek o iki Nasrânîyi yakalayıp öldürdü. Nitekim onlar, Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in mescidinin yakınında kiraladıkları bir evden Salâvâtullahi ve Selâmuhu Aleyh'in kabrine giden bir tünel kazıyorlardı.

Hatta Hilâfet, en zayıf dönemlerinde bile, İslâm'ın ve Müslümanların emîn bekçiliğini yapıyor, Sömürgeci Kâfirlerin kalplerine korku salıyordu. Bernard Shaw hâtırâtında, 1913 yılında yani Osmanlı Hilâfeti'nin zayıf bir döneminde, Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e hafifçe dokunan bir hikâyenin yayınının, Osmanlı Hilâfet Devleti'nin Londra'daki sefîrinden korkarak Lord Chamberlain tarafından engellendiğinden bahsetmiştir.

O halde Ey Müslümanlar!

Her kim Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i seviyorsa, Hilâfet'i kurmak için çalışsın.

Her kim Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e hakâret edenlere öfkeyle doluyorsa, Hilâfet'i kurmak için çalışsın.

Her kim Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] için öfkeleniyorsa, Hilâfet'i kurmak için çalışsın.

Her kim Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e dil uzatanlar karşısında Allah'ın mü'min toplumun gönüllerine şifa vermesini arzuluyorsa, Hilâfet'i kurmak için çalışsın.

Her kimin Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i seviyorsa, O'na ittiba etsin ve bey'at edeceği Halîfeyi ortaya çıkarmak için çalışsın da Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in; وَمَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً "Ve her kim boynunda bey'at olmadan ölürse, cahiliyye ölümü ile ölür." kavliyle uyardığı Câhiliye ölümü ile ölmesin!

Sonra her kim Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ile birlikte haşrolunmak istiyorsa, Hilâfet'i kurmak için çalışsın.

İşte böylece Ey Müslümanlar, Allah Subhânehu, Kur'ân ile engellemediğini Sultân [devlet] ile engellemiştir. Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e dil uzatanlara yönelik binlerce öğüt üstüne öğüt, binlerce çığlık üstüne çığlık, binlerce açıklama üstüne açıklama...إِنَّ الَّذِينَ يُؤْذُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَعَنَهُمُ اللَّهُ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَأَعَدَّ لَهُمْ عَذَابًا مُّهِينًا  "Muhakkak ki Allah; Allah'ı ve Rasulü'nü incitenleri dünyada ve Ahirette lânetlemiş ve onlar için muhîn (horlayıcı) bir azap hazırlamıştır." [el-Ahzâb 57] kavliyle Allah'ın, Rasulü'nün ve mü'minlerin lânetlediği böylesi bir kötülüğün kökünü kesecek ordulara sahip mü'min bir Halîfenin iki dudağı arasından çıkacak bir sözün onda biri kadar dahi onları caydırmayacaktır.

İşte Hizb-ut Tahrir, yardım edileceklerin en hayırlı olan Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e yardım etmek üzere sizi imdâda çağırmaktadır, Ey Müslümanlar! O halde Salâvâtullahi ve Selâmuhu Aleyh'e yönelik bu kötülüğü engelleyiniz, Hilâfet'ten başka kim bu kötülüğü engelleyecek? O ki kalkandır, korunaktır.  «الإمَامُ - الخَلِيفَةُ - جُنَّةٌ يُتَّقَى بِهِ وَيُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِه » "İmâm [Halîfe] bir kalkandır. Onunla korunulur ve onun arkasında savaşılır."

İş gerçekten çok ciddidir, Ey Müslümanlar! Hiç şakası yoktur. İslâm'a kötülüğü engelleyecek şey, öyle gizli bir sır değil, açık ve nettir. İşte bu, Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet'tir. O ki arzın ve ırzın koruyucusudur, herhangi bir farz gibi farzdır ve kaçınılmazdır. O halde çalışanlar, Ey Müslümanlar, böylesi bir kurtuluş için çalışsınlar.

إِنَّ فِي هَذَا لَبَلاَغًا لِّقَوْمٍ عَابِدِينَ  "Muhakkak ki bunda, [Allah'a] kulluk eden bir toplum için bir bildiri vardır." [el-Enbiyâ 106]

Devamını oku...

Âhir Lahza Gazetesi Yazarına Reddiye

Kerîm Kardeş, el-Hindî İzzeddîn,

es-Selâmu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh,

Âhir Lahza Gazetesi'nin 27.02.2008 Çarşamba tarihli 567 sayılı baskısında, "Allah için Şâhitliğim" isimli köşenizde, "Ekmek, Ülkenin Krizi!" başlıklı makâlenizi mütâlaa ettik. Makâlenizde şöyle geçti: "Herkes un krizine kayıtsız, ne Ensâr-us Sunne... ne onlar, ne Şeyh Ebu Nâru'nun cemaati... ne de Sudan içinde ve dışında meydana gelen her olay hakkında gündelik açıklamalar yayınlamakta aktif davranan "Hizb-ut Tahrir"... Ne var ki un krizi ve ekmek fiyatlarının artışı, onların öncelikle önem verdikleri konulardan biri değildir."

Kerîm Kardeş, muhakkak ki Hizb-ut Tahrir, ideolojisi İslâm olan siyâsî bir partidir; Ümmet içerisinde ve Ümmet ile birlikte, İslâm'ı hayatî bir mesele haline getirmek için çalışır ve Ümmet'in acısını çektiği ve başına musallat olan tüm meselelerini ve maslahatlarını benimser. Bunun için görüş belirtmediği hiçbir şey bırakmaz ve bu görüşler dâima, İslâmî Akîde esâsı üzerine olur. Dolayısıyla yöneticileri muhâsebe eder ve Ümmet'i de onları muhâsebe etmeye çağırır. Lakin demokratik temele binâen yada başka herhangi bir şeye göre değil, ancak ve sadece İslâm'a ve hükümlerine göre bunu yapar. Un krizi ve ekmek fiyatlarındaki artışın, öncelikle önem verdiğimiz konulardan biri olmadığı hakkındaki sözlerinize gelince; bu, gerçeklikten ve doğruluktan uzak bir sözdür. Çünkü Hizb-ut Tahrir, her fiyat artışında, yapılan tüm zamlar hakkında basın açıklamaları ve beyanlar yayınlayıp bunları günlük gazetelerin tümüne ulaştırır. Sen şahsen, gerek Âhir Lahza Gazetesi'nde iken, gerekse Âhir Lahza'dan önce çalıştığın gazetelerde iken, beyanlarımızı düzenli olarak almışsındır ve sen buna şâhitsindir.

Yine de hatırlatmak bâbından, - { فَإِنَّ الذِّكْرَى تَنْفَعُ الْمُؤْمِنِين } "Çünkü hatırlatmak mü'minlere fayda verir." [ez-Zâriyât 55] - size, ekmek zamları ve diğer mallara yönelik fiyat artışları hakkında yazdığımız beyanlardan ve yayınlardan bazılarını zikrediyoruz:

 

Sayı

Yayın Türü

Başlık

Tarih

1

Basın Açıklaması

Ekmek Fiyatlarının Artışı

19.02.2004

2

Basın Açıklaması

Benzin Zammının Gerekçesi Yoktur

26.04.2004

3

Basın Açıklaması

Derdi Doğalgaz ve Gazolin Krizi İken İnsanlar İçin Kim Vardır?

20.09.2005

4

Basın Açıklaması

Şeker, Benzin ve Tüp Gaz Fiyatlarının Arttırılması, Şer'î Ahkâma Muhâlefet ve Halkın Acılarını Arttırmaktır

19.08.2006

5

Vilayet Yayını

Yakıt ve Şeker Fiyatlarının Arttırılması, Şeran Haramdır ve İnsanların Belindeki Kamburu Büyütmektir

24.08.2006

6

Basın Açıklaması

Katma Değer Vergisini Arttırmak Yoksulluğu Arttırmaktır

21.05.2007

7

Basın Açıklaması

Zâlim Kapitalizm Nizâmı Altında İnsanların Yiyecekleri Dahi Haram Olan İhtikâr, Vergiler ve Harçlar Kapsamına Sokulmaktadır!

02.10.2007

8

Vilayet Yayını

Vatanî Meclis Üyelerine Açık Mektup

11.12.2007

9

Basın Açıklaması

Harçlar, Vergiler ve Haram İhtikâr Yoluyla Fiyatları Yükselten Bizzat Devlettir

21.02.2008

 

Not: Hizb, devletin ilk kez yasal hale getirdiği sırada Katma Değer Vergisi'nin şer'î hükmü hakkında 29.05.2000 tarihinde bir de kitapçık yayınlamıştır. Mezkur belgelerin tamamı ilişiktedir.

 

En içten dileklerimle,

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hindistan ile Savunma ve Güvenlik İşbirliği Yapmak Haramdır, Bangladeş İçin Tehlikedir

Hizb-ut Tahrir'in Bangladeş'teki Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü Muhyiddîn Ahmed, bugün yayınladığı bir basın açıklamasında, Genelkurmay Başkanı Muîn Ahmed'in Hindistan ile savunma ve güvenlik işbirliğini canlandırma taahhüdünde bulunduğu haberlerinden büyük kaygı duyduğunu ifade etti. Şu anda Hindistan ziyâretinde bulunan Genelkurmay Başkanı, Hindu isyancı gruplara karşı ortak operasyon düzenleme konusunda Hindu muâdilleri ile görüşmeler yapmaktadır. Üstelik onlar, Bangladeş ve Hindistan silahlı kuvvetleri arasında süregelen eğitim, enformasyon paylaşımı ve bölgedeki kapsamlı güvenlik ortamının geliştirilmesi konularındaki işbirliğini ilerletmeyi de tartışmaktadırlar.

Muhyiddîn Ahmed, Hindistan ile böylesi bir ordular arası işbirliğinin Bangladeş için tehlike teşkil ettiğini söyledi. Nitekim Hindistan, Müslümanlara ve Bangladeş halkına düşmanlığını açıkça göstermiş muhârip bir devlettir. Hindistan'ın Müslümanlara ve Bangladeş halkına karşı işlediği sayısız saldırgan eylemleri vardır. Örneğin; yıllarca Bangladeş halkından binlercesini katleden sınır güvenlik güçleri, Farraka felâketi ile Tippaymuh felâketi, Çittagong Tepeleri bölgesindeki isyancı gruplara yardım etmek ve benzerleri gibi. Böyle bir muhârip devlet ile askerî işbirliği yapmak, açıkçası Bangladeş Ordusu'nu ağır bir hasara uğratacaktır.

Dahası muhârip Müşrik ve Kâfir devlet ile herhangi bir ortak askerî eğitim yapmaları, ortak askerî operasyon düzenlemeleri, ikili savunma paktı oluşturmaları, askerî ittifak kurmaları ve benzerleri Müslümanlara haram kılınmıştır. Zîra Nebî Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur: لاَ تَسْتَضِيئُوا بِنَارِ الْمُشْرِكِينَ "Müşriklerin ateşiyle aydınlanmayın." Buradaki ateş, kuvvete kinayedir. Yine şöyle buyurmuştur:  فَإنَّا لاَ نَسْتَعِينُ بِالْمُشْرِكِينَ "Muhakkak ki bizler Müşriklerden yardım istemeyiz."

Devamını oku...

Bir Sorunun Cevabı

Soru: Medya organları, Türk Hükümeti'nin, Irak Kürdistanı da dâhil Irak'ın işgâlcisi Birleşik Devletler'den, Kuzey Irak'ta [Irak Kürdistanı'nda] askerî operasyonunu yapmak üzere muvâfakat aldığını bildirdiler. Bu hususu, Türk ve Amerikan resmî kaynakları da teyit ettiler. İşgâl altındaki Irak'ın ve bu cümleden Kürdistan'ın güvenliği Birleşik Devletler'in sorumluluğu altında olduğu halde, Türkiye'nin oraya askerî operasyon başlatmasına izin vermiştir. O halde bu, Amerika'nın Irak Kürdistanı'nı, Amerika için Irak Kürdistanı'ndan daha büyük ehemmiyete sahip Türkiye'deki maslahatları uğrunda "sattığı" anlamına gelir mi?

 

Cevap: Irak'ın Amerikan işgali altında olduğu, Irak'a yönelik hâricî bir saldırının, bazı bakımlardan Amerika'ya "saldırı" olacağı ve buna göre Amerika'nın âdeten, Amerikan işgâli altında olduğu sürece herhangi bir devletin Irak'a savaş açmasına izin vermeyeceği doğrudur.

Kezâ Türkiye'nin Amerika için çok önemli olduğu da doğrudur. Lâkin ehemmiyet dereceleri değişse de, Irak ve "Kürdistanı" da Amerika için bir o kadar önemlidir. Ancak "Amerika'nın Irak Kürdistanı'nı, Türkiye'deki maslahatları uğrunda sattığı" sözü doğru değildir. Zîra Amerika'nın Türkiye'deki maslahatları Adalet ve Kalkınma Partisi [AKP] tarafından güvence altına alınıyorken, Irak'taki ve Kürdistanı'ndaki maslahatları da öyledir. Çünkü Irak Hükümeti, bir Amerikan ürünüdür...

Amerika'nın Türk Hükümeti'ne Kuzey Irak'a askerî operasyonu için izin vermesine gelince; bu, söz konusu maslahatların her iki beldede de, Türkiye'de ve Irak'ta sabitleştirilmesidir, birinin öteki karşılığında satılması değildir. Nasıl mı? Aşağıdaki gibi:

1.     Amerika'nın Suriye'yi korumak üzere Türkiye ile tertip ettiği meşhur anlaşma uyarınca, Amerika'nın Abdullah Öcalan'dan vazgeçip onu Türk yetkililerine teslim etmesinden bu yana ve AKP'nin Türkiye'de iktidara gelmesinden sonra, Amerikan stratejisi, dolayısıyla AKP'nin stratejisi, Kürt meselesini siyâsî bir mesele olarak değerlendirmek haline geldi... Türk Hükümeti yetkililerinin Türkiye'nin Kürt bölgelerine yönelik temasları ve ziyâretleri başladı. Bunu, medya organlarında Kürt dili ile programlar yapılmasına ilişkin kültürel münâzaralar... izledi.

2.     İngiliz yanlısı üst düzey ordu komutanları ise Kürt meselesini; Erdoğan Hükümeti'nin ve dolayısıyla Amerika'nın Türkiye'deki nüfûzunun Ordudaki İngilizci laiklerin nüfûzu aleyhine ağırlaştığını mülâhaza ettikleri zamanlarda, AKP Hükümeti karşısında müşküller çıkarmak için istismar ettikleri bir güvenlik meselesi olarak değerlendirmeyi sürdürdüler.

3.     AKP Hükümeti'nden ve Türkiye'deki Amerikan nüfûzunun artmasından evvel, Ordu içerisindeki İngilizci Kemalistler, Türkiye'deki İngilizci Kemalist çizginin dışına çıktığını gördükleri herhangi bir Türk hükümetine karşı darbe yapabiliyordu... Ordunun geçen asrın ikinci yarısında peş peşe yaptığı darbeler mâlum ve meşhurdur.

4.     AKP Hükümeti, açık ve görünür biçimde Amerika yanlısı olduğu, Milli Güvenlik Kurulu'na, Anayasa Mahkemesi'ne... yönelik yaptığı anayasal değişiklikler... Cumhurbaşkanlığı seçimi ve benzer yollarla Ordudaki Kemalistlerin nüfûzunu "kırpmaya" kalktığı halde, bütün bunlara rağmen Ordu, Amerika'nın Türkiye'de üzerinde yoğunlaştığı ve AKP Hükümeti'nin hakkında yaygara kopardığı sivil (demokratik) iktidar atmosferleri ve kezâ Hükümet'in Avrupa Birliği güçlerine, birliğe katılımını kolaylaştırmak için yönelimi... nedeniyle darbe yapmaya güç yetiremedi. Bütün bunlar Orduyu, nihâî olarak olmasa da, en azından görünür gelecekte darbe yapma imkânından uzaklaştırdı.

5.     Bunun içindir ki Ordu, Kürt meselesini, bilhassa Kuzey Irak'taki kamplarında bulunan Kürdistan İşçi Partisi (PKK) kanadını askerî güvenlik açısından istismar etmeye kast etti. Bu kanat, Türkiye'deki Kürtlerin meselesinin çözümü için, öteki kanadın üzerinde çalıştığı siyâsî eylemin yanı sıra askerî eylemi de benimsemektedir. Kuzey Irak'taki PKK kanadının, İngiliz arka plânına sahip ve dolayısıyla farklı maksatlarla olsa bile, meselenin askerî güvenlik açısından tahrik edilmesi yönüyle Ordudaki İngilizci Laikler ile buluşan Barzani ile irtibatı vardır. Öte yandan Talabani ve partisi ise Amerika yanlısıdır. Bu nedenle PKK kanadı, Barzani bölgesi ile çakışan kuzey bölgelerinde mevcuttur, Talabani bölgelerinde değil. İşte Ordu, Irak işgâlcisi Birleşik Devletler ile birlikte AKP Hükümeti'ni sıkıntıya sokmak için buna kast ediyordu. Dolayısıyla Ordunun Irak'ta [Kürdistan'da] bulunan PKK'ya karşı askerî eyleme girişmesi, Amerika'nın AKP Hükümeti ile alâkasını etkileyecek, askerî müdâhalenin genişliği ne kadar artarsa, Türk-Amerikan ilişkilerinin seyreltisi o kadar artacak, yani bu da AKP Hükümeti'ni zayıflatacak ve onu çıkmaza sokacaktır.

6.     O nedenle Ordu komutanlarından olan İngilizci Laikler, bu minvâlde sahneyi hazırlamaya başlayıp [geçen senenin sonlarında olduğu gibi] gerekli koruma sağlanmaksızın yaya veya hafif silahlı devriye birlikleri, PKK'nın Irak'taki mevzilerine yakın sıcak sınır mevkilerinin yakınlarına gönderdiler. Bu da birçok Türk askerinin katledilmesine ve esir alınmasına yol açtı... Sonra Ordunun medyadaki tellalları, meydana gelenleri "şişirip" bunun Orduya bir hakâret olduğunu ve PKK kamplarını vurmak için Kuzey Irak'a geniş çaplı bir askerî operasyon yapılması gerektiğini söylemeye... Irak'taki PKK kalelerine askerî bir saldırıyı destekleyici bir kamuoyu oluşturacak şekilde AKP Hükümeti'ni askerlerin kanına ve esir alınmalarına hiçbir değer vermediği ithamını neredeyse açık bir îmâ ile söylenmeye, sonra Hükümet'in savsaklamasını eleştirmeye başladılar.

7.     Hükümet konuyu ağırdan aldı... Sonra ister uydurma olsun, ister gerçek olsun, bazı farklı bölgelerde PKK savaşçılarının üzerine atılan olayların yanı sıra katledilen ve esir alınan askerler konusundaki yaygaraların artması... bütün bunlar Hükümet'i harekete geçirdi ve Meclis'e bir tezkere sunup onaylattı. Tezkere metninde, askerî operasyonun, Hükümet'in münâsip göreceği bir vakitte yapılacağı ifade ediliyordu. İşte bu, nihâyet olmasa da bir "soluklanma" idi. Çünkü bu tezkere, operasyon için vakit belirlememiş, aksine Hükümet'in münâsip göreceği bir vakte bırakmıştı.

8.     Ordudaki İngilizci Laikler, Amerikalıların işgâl ettiği Irak Kürdistanı'na yönelik geniş çaplı bir askerî operasyon yapılmasının; Hükümet'in, Ordunun Irak'a sokulmasına muvâfakat vermesi halinde Amerika ile sıcak bir kriz yaşamasına neden olacağını, Amerika ile çatışma yaşanmaması için Ordunun Irak'a sokulmasına muvâfakat vermemesi halinde ise Hükümet'in, askerlerin kanlarının intikâmını almadığından dolayı Türk kamuoyu önünde sıcak bir kriz yaşayacağını düşünüyorlardı. Kendilerini İngilizci Kemalizm'in koruyucuları addeden İngiliz yanlısı Ordu komutanları, her iki durumda da AKP Hükümeti'nin sıcak kriz yaşayacağını öngörüyorlardı.

9.     Ne var ki Erdoğan'ın Amerika'ya yaptığı son ziyâret ve ardı sıra Ankara'da ve Bağdat'taki Amerikan kuvvetleri karargâhında yapılan siyâsî görüşmeler sonucunda Amerika'nın Türk Hükümeti'ne; "haksızlığa" razı olmadığını ve askerlerinin kanının yerde kalmasını kabul etmediğini (!) gösterecek, aynı zamanda İngiliz yanlısı Ordu komutanlarının plânına son vermek [soluklandırmak] üzere çalışmasını sağlayacak şekilde zamanı ve mekânı sınırlı bir askerî operasyon düzenleme izni vermesine dair bir anlaşmaya varıldı.

10.    İşte böylece Amerika'nın, Talabani'nin ve el-Mâlikî'nin desteklediği, Kuzey Irak'taki Barzani Hükümeti'nin yakındığı ve Avrupa'nın çekimser bir biçimde eleştirdiği bu operasyon başladı.

11.    Şu halde beklenti şöyledir: Ordu yönünden: Ordu, Kürdistan [Barzani] Hükümeti ile çarpışmak ve dolayısıyla karmaşık gidişâtı geri getirmek, Türk Hükümeti'ni Amerika ile çıkmaza sokmak... meseleye yönelik Avrupa müdâhalesini aktifleştirmek... üzere operasyonun çapını genişletmeye uğraşacak, bu da AKP Hükümeti için şiddetli bir sarsıntı ile sonuçlanacaktır. Diğer yönden: Amerika; AKP Hükümeti ve Irak'taki destekleyici taraflar ile birlikte, bu operasyonun zaman ve mekân bakımından sınırlandırılması üzerinde çalışacak... ardından hedeflerin gerçekleştirildiği ve geri çekileceği îlân edilecek ve dolayısıyla AKP Hükümeti, kendi hanesine bir puan daha ekleyecektir.

12.    Râcih olan; operasyonun sınırlılığı ve genişleyememesi üzerindeki belirleyici faktörlerin daha güçlü oluşudur ki bunlar; Amerika, AKP Hükümeti ve Irak'taki bazı destekleyici taraflardır. Ayrıca önemli dördüncü bir faktör daha vardır. Bununla da gerek genişlemeyi engelleyebilecek yoğun kar yağışı ve benzeri çetin kış koşullarını, gerekse Türk Ordusu'nun kayıplara uğramasına neden olabilecek jeolojik ve dağlık arazi koşullarını kastediyorum. Açıktır ki bu faktörler, operasyonun sınırlı bir mekân ve sınırlı bir zaman içerisine kısıtlanmasına daha fazla etki edecektir. Yine AKP Hükümeti'nin bu operasyon yoluyla hanesine bir puan daha eklemesi de mümkündür. Ancak şu iki durum müstesna: Birincisi; İşlerin çığırından çıkıp savaşın zaman ve mekân açısından uzaması durumunda ve ikincisi; dikkat çekici sayıda Türk askerinin katledilmesi durumunda. Bu iki durumda, AKP Hükümeti'ni çıkmaza sokacak bir kriz meydana gelecektir. Bu sebeple dedik ki "râcih olan" budur. Çünkü bu iki durumun meydana gelme ihtimâli, râcih olmasa da, mümkün bir ihtimâl olarak durmaktadır.

Velhâsıl; Amerika, Türkiye'ye Irak Kürdistanı'ndaki PKK'ya karşı askerî operasyonunu düzenleme izni vermekle, ne Kürdistan'dan, ne de Türkiye'den vazgeçmiş olmaktadır. Aksine hem Türkiye'deki maslahatlarını, hem de Irak'taki ve Irak Kürdistanı'ndaki maslahatlarını korumak maksadıyla izin vermiştir.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Demokrasi ile İnsanlar, Arazi Mafyasından Kaçarken Vurgunculara Tutuluyor

Demokratik sistemde seçimler, gerçekte bir avuç yönetici elit arasında oynanan bir köşe kapmaca oyunudur. Bu tür seçimler tekrar tekrar kanıtlamıştır ki bu sistem içerisinde köklü değişim imkânı yoktur. Nitekim demokrasi insanları arazi mafyasından kurtarıp iki dönemdir denenmekte olan vurguncuların kucağına atmıştır. Bunun için insanların kayda değer bir çoğunluğu oy kullanmamıştır ki bu, demokrasi yoluyla köklü ve gerçek değişimin gerçekleşeceğine dair hiçbir ümitlerinin kalmadığına işârettir. Butto'nun Pakistan Halk Partisi (PPP) ve Şerîf'in Pakistan Müslüman Birliği (PML-N), önceki iktidar dönemlerinde, kendi halklarının çıkarlarından ziyâde Sömürgecilerin çıkarlarını güvence altına almış partilerdir. Ve bugün, bu partiler henüz iktidarı üstlenmedikleri halde, Amerika'nın İslâm'a karşı savaşına destek sözü verdiklerini ilan etmiş durumdadırlar. Yine açıktır ki bu liderler, Müşerref ve Amerika ile anlaşmalar yaptıktan sonra Pakistan'a adım atma cüreti göstermişlerdir. Dolayısıyla Amerika ile Müşerref'in gözleri içine ürkekçe bakarak gelenlere ümit beslemek, tek kelimeyle siyâsî saflıktır.

Dahası, oy veren az bir halk kitlesi bile, ağırlıklı olarak Amerika'ya boyunduruğa karşı çıktıkları için oy vermişlerdir. Yazıktır ki bu siyâsî iktidar paylaşımı sonrasında atılan oylar, Amerika'nın çıkarlarına hizmet uğrunda kullanılacaktır. Bu nedenle, bir koalisyon hükümeti kurulması halinde Navaz'ın "Amerikan karşıtlığı" argümanı, Halk Partisi'nce de paylaşılıp sözde teröre karşı savaşta kullanılacaktır. İşte demokrasinin realitesi budur! Sömürgeci seçim tiyatrosu, Sömürgecinin çıkarlarını temin etmek üzere sözde halkın temsilcileri olmalarına izin verilenlerce oynanacak, insanlar sıradan izleyiciler olmaktan öte geçmeyecektir. Bu "demokratik oyunu" ebediyen bozmak üzere Hilâfet'in ikâmesi olmazsa olmazdır. İşte o zaman, Sömürgeci çıkarları güvence altına alan kânunlara açılan tüm kapılar kapanacak, çünkü ülkenin kânunları kayıtsız-şartsız Allahu Te'alâ'nın hükümleri olacaktır.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Harçlar, Vergiler ve Haram İhtikâr Yoluyla Fiyatları Yükselten Bizzat Devlettir

50 kiloluk bir çuval unun fiyatı, %23 artarak 90 Cüneyh'ten 117 Cüneyh'e yükseldi. Böylece bir ton unun ekmek fırınlarına teslim fiyatı 2.340 Cüneyh olacak, bu da insanların temel besin maddesi olan ekmeğe yansıyacaktır. Buna bir de öteki temel gıda maddelerine yapılan zam da denk gelince, hayat daha da sıkıntılı bir hale gelmiştir. Devlet ise bu zamlara gerekçe olarak dünya piyasalarında buğdayın ton fiyatının 700 Dolar'a yükselmesini gösterdi. Bu vakıa hakkında aşağıdaki hususları açıklama gereği duyuyoruz:

Birincisi: Dünya piyasalarında buğdayın, "Mart 2008 teslim" ton fiyatı 470 Dolar'dır, devletin belirttiği gibi 700 Dolar değildir.

İkincisi: Buğdayın fiyatını yükselten; devletin buğdaya koyduğu masraflar, harçlar, vergiler ve gümrük giderleridir. Mevcut gelir vergileri, özel harçlar, üretim, stok ve liman engelleri, damga vergisi, katma değer vergisi, gümrük gelirleri ve benzeri pek çok masraf ve vergi, maliyeti daha da artırmaktadır. Öyle ki bütün bunların toplamı, bir ton buğdayın gerçek fiyatına %90'ı aşan bir yük getirmektedir. Nitekim buğdayın dünya çapında ton fiyatı 968,2 Cüneyh'tir, buna 110 Cüneyh nakliye bedeli eklendiğinde, bir ton buğdayın un fabrikalarına teslim fiyatı 1.078,2 Cüneyh olmaktadır, ama ekmek fırınlarına 2.340 Cüneyh'ten satılmaktadır ki bu, un fabrikalarının kendi kârlarını almalarından sonra devletin ton başına yaklaşık 1.000 Cüneyh (!) aldığı anlamına gelmektedir.

İşte mallardan ve hizmetlerden alınan tüm bu vergiler, harçlar ve masraflar, fiyatların yükselmesine doğrudan etki etmektedir ki bu, Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavlinden ötürü şer'an haramdırمَنْ دَخَلَ فِي شَيْءٍ مِنْ أًَََسْعَارِ الْمُسْلِمِين لِيَغْلِيهِ عَلَيْهِمْ كَانَ حَقاً عَلَى اللهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى أَنْ يَقْعَدَهُ بِعُظْمٍ مِنَ النَّارِ يَوْمِ الْقِيَامَة "Her kim Müslümanların fiyatlarından bir şeyde onlara pahalılaştırmak için müdâhalede bulunursa, Kıyâmet Günü'nde ateşten kemikler üzerine oturtması Allah Tebârake ve Te'alâ üzerine bir haktır."

Ayrıca devletin tebâsına yönelik mallardan ve hizmetlerden aldığı gümrük vergileri de Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavlinden ötürü şer'an haramdır:  لاَ يَدْخُلُ الْجَنّةَ صَاحِبُ مَكْسٍ "Meks sahibi Cennet'e giremez." Meks ise gümrük vergisidir.

Yine devlet, halkın temel gıda maddelerini belirli sektörlerin tekeline terk etmektedir ki bu da Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavlinden ötürü haramdır:  لاَ يَحْتَكِرُ إلاّ خَاطِئ "Hatâen olmadıkça ihtikâr yapılmaz." Yine İbn-ul Museyyeb yoluyla şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:  المُحْتَكِرُ مَلْعُون، وَالجَالِبُ مَرْزُوق "Muhtekir (ihtikâr yapan, stokçu) melundur (lânetlenir), câlib (ihtikâr yapmayan) merzuktur (rızıklandırılır)."

Ziraata elverişli 200 milyon feddândan [Mısır, Sudan ve Suriye'de kullanılan ve 4047 m2''ye eşdeğer bir arazi ölçü birimidir.] daha geniş arazilere ve dünyanın en büyük nehirlerinden birinin yanı sıra 85'ten fazla akarsuya sahip olduğumuz halde yıllık ihtiyacımız olduğu söylenen 2 milyon ton buğdayı temin etmekten âciz kalmamız ve gıda güvenliğimizin başlıca düşmanları olan Amerika'ya, Kanada'ya ve Avustralya'ya rehin bırakılmamız bir utanç değil midir?

Gerçek şu ki bizleri güçlü kılacak şey, ne sahip olduğumuz imkânlar ve mallardır, ne enerji ve tarım uzmanlarıdır, ne de Sudan'ın dünyanın en büyük tahıl ambarı haline getirmektir. Aksine muhtaç olduğumuz kudret; esâsı üzere insanların siyâset edileceği dosdoğru ve adâletli bir siyâsî fikirdir. Bu da ancak İslâm'ın devlete dayalı muazzam metodundan başkasıyla varlık bulamaz. İşte o devlet, ancak ve sadece İslâmî Akîde'yi hayatın esâsı, helâli ve harâmı da amellerin ölçüsü haline getirecek, Allah'ın kullarına adâlet ve ihsân ile muâmele edecek, Allahu Te'alâ'yı râzı etmeyi hayatın gâyesi haline getirecek olan gerçek gözetim devleti, Râşidî Hilâfet Devleti'dir. Allah [Azze ve Celle] şöyle buyurmaktadır:  فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلا يَضِلُّ وَلا يَشْقَى وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضنكاً "Her kim benim hidayetime uyarsa o asla sapmaz ve bedbaht olmaz. Her kim de Zikrimden (Dînimden) yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olur." [Tâ-hâ 124-125]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER