Cuma, 23 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/14
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Kenya'da Demokrasinin Fesadı Görülmeye Başladı

Bağımsız Seçim Komisyonu tarafından seçmen kaydı sona ermiştir. Nitekim toplamı 30 milyon olan seçmenlerden kayıtlı seçmen sayısı 14 milyon olmasına rağmen komisyon, 18 milyon seçmenin kayıt olmasını beklemektedir. Dolayısıyla bu, Kenyalıların genelinin 2013 Mart seçimlerini boykot edeceklerine dair bir işarettir. Hatta birçok politikacı, vatandaşları seçimlere kayıt olmaya teşvik etmediği için seçim komisyonunu suçlarlarken komisyon da vatandaşları kayda teşvik etmedikleri için politikacıları suçlamaktadır. Bununla birlikte Hizb-ut Tahrir / Doğu Afrika, ortada insanların kaydolma sürecini boykot etmelerine yol açan birçok temel nedenlerin olduğunu görmektedir ki bunlar şunlardır:

İnsanların, liderlerden umutlarını kesmeleri: İnsanların geneli, uzun süreler için liderlik koltuğuna ulaşmalarının ardından insanların sorunlarını çözmeyen politikacılara olan güvenlerini kaybetmişlerdir. Nitekim artık vatandaşlar, demokrat politikacıların bencil olduklarını ve insanlar yoksul olarak kalmaya devam ederlerken otoriteyi karınlarını doldurmanın bir aracı olarak kullandıklarını fark etmişlerdir! Partiler ve koalisyonların içerisinde rekabet edenlerin tamamı, insanlara gizli değillerdir. Dolayısıyla sıradan vatandaşların hayatında hiçbir değişim gerçekleştiremeyen, bilakis ister iş fırsatları eksikliği olsun ister çalışanlar için düşük maaşlar olsun ister yolların kötü durumları olsun ister kötü sağlık hizmetleri olsun ister gıda fiyatlarındaki artışlar olsun isterse de benzerleri olsun vatandaşların hayatlarını daha da dayanılmaz bir hale getiren birinci, ikinci ve üçüncü hükümetlerin üyeleri rekabet etmektedirler.... Dolayısıyla da Batı'nın, Kenya'daki çok partili politikaya teşvik etmesinden bu yana ardı ardına yapılan dört seçimlerin ardından tüm bu sorunlar çözülememiştir.

Demokratik seçimlerdeki şiddet: Tamamen açıktır ki; demokratik seçimler barışçıl olmayıp dahası iktidardaki politikacıların zulmetmeleri nedeniyle çok şiddetlidir. Bu yüzden sadece Kenya'da değil bilakis aynı zamanda Afrika'nın geri kalanlarında da demokratik seçimlerin öncesinde ve sonrasında zulümlerin olması doğal bir hale gelmiştir. Nitekim Kenya'da bizler, kabile katliamlarına tanık olmaktayız. Zira İnsan Hakları Örgütlerinin raporlarına göre katliamlardaki ana faillerin bizzat politikacılar olduğu ortaya çıktığı gibi 1992, 1997 ve 2007 yılındaki katliam operasyonları da demokratik seçimlerin gaddarlığına dair örneklerdir. Dolayısıyla insanlar, elleri kana bulaşmış politikacıları unutmamış ve unutmayacaklar da! Bu ise demokratik seçimlerdeki oylamanın, insanların hayatlarını tehdit ettiğine dair bir kanıttır.

Bunun içindir ki demokratik seçimlerin boykot edilmesi, insanların sömürgecilerin Kenyalıların yeniden kurtuluşu iddiaları altında 1992 yılında Kenya'ya getirmiş olduğu demokratik çoğulculuğa karşı yapmış olduğu sessiz bir protestodur. Nitekim şuan yaklaşık yarım asır geçmesine rağmen Kenya, şu ana kadar yolsuzluk, uyuşturucu ve benzeri şerlerden kurtulamamıştır. Zira demokrasinin sunduğu tek şey, sadece sıradan insanları "(inek gibi) sağan" küçük bir siyasi azınlığın hayatını iyileştirmektir! Batının hedefi ise bu tür politikaları sunarak, yeni bir kılıf altında Kenya'daki sömürgeciliği korumaktır.

Hizb-ut Tahrir, uygulanan bu politika devam ettiği sürece seçimlere dönük bu boykotun da devam edeceğini vurgular. Nitekim bu durum, sadece Kenya'da olmamakta, bilakis bu iğrenç politikayı yayan Amerika ve İngiltere de dahil tüm ülkelerde olmaktadır. Zira Amerikalıların geneli, bu yıl yapılan Kasım seçimlerini boykot ettikleri gibi Kenya toplumunun da dünyanın dört bir tarafına yayılan demokrasinin fesadıyla yanıp tutuştukları da bilinmektedir. Allah'ın izniyle çok yakında dünya sahih bir ideolojinin tatbik edilmesine tanık olacaklardır ki bu, demokratik politikanın şerleri ile kapitalizm fikrini ortadan kaldıracak olan Hilafet Devleti'nin gölgesindeki İslam'dır.


Şaban Muallim
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Medya Temsilcisi
Doğu Afrika

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hilafet Davetini Taşıyan Birisinden Bir Mektup: "Yöneticilerin, Bizlere Karşı Uydurdukları İğren Suçlamalar Yoluyla Bizlerden İntikam Almaları, Fikren İflas Ettiklerinin Kanıtıdır"

Esselamu Aleykum;

Adım Arşad. Orta tabakadan olan bir ailedenim ve üç çocuk babasıyım. Mesleğim, Bilgi Teknoloji Danışmanı olup bilgim ve becerim sayesinde 10 yıldan fazla toplum hizmetine katkıda bulundum.

Motosikletimi almak için polis merkezine gittiğim sırada 11 Ağustos 2012'de polis tarafından tutuklandım ve gerçekten 24 saat boyunca Amerika'nın direktiflerine bağlı birimlerin mahzenlerden biri olan çok küçük bir zindana konuldum. Zira sivil ve askerî liderlikteki hainler, benim gibi davet taşıyıcılarına zulmetmekte ve aynı zamanda tutuklanıp sorgulanmak için polisi merkezine gelen benim arkadaşlarıma ve diğerlerine yalan atmakta ve polis de benim kendi ellerinde olmadığımı ve yerimi de bilmediklerini iddia etmektedir.

12 Ağustosta bana bir suçlama yöneltildi ve sanki benim yanımda bir cephanelik çıkmış gibi yüzüm kapalı bir şekilde medya organlarına sunuldum. Nitekim benim için uydurulan suçlamalardan biri de mahkemenin kefaletle bile serbest bırakması imkansız olan büyük hıyanet suçlamasıdır. Çünkü mahkeme, Pakistan ordusunun yasalarına boyun bükmektedir. Zira ordu, benim askerî mahkemeye sevkedilmemi sağlamış ve mahkemelerde bu batıl davayı ispatlamaları halinde bu suçun cezasının idama kadar varacağını bildirmiştir. Bu sırada ben, mahkeme işlemlerinin tam ortasında idim ki orada bana karşı sunulmak üzere hazırlanan başka bir dava daha bulunmaktaydı. Zira aynı hafta içerisinde benim için, başka bir polis merkezinde başka bir uydurmada daha bulunulmuş olup bu yeni suçun maddeleri ise daha da serttir. Nitekim bu suçlamalar karşısında ben, bir buçuk ay cezaevinde kaldım ve sonunda da bana yöneltilen suçlama karşısında mahkeme, benim beraatıma karar verdi.

Benim bu halim, rejimin muhlis davet taşıyıcılarına karşı uyguladığı sırf intikam ve öç alma eylemlerine bir örnektir. Nitekim bu barbarca eylem beni, Hizb-ut Tahrir'in barışçıl siyasilerine karşı işkence, kaçırma ve tehdit etme kampanyasına başladıkları bir sırada yöneticilere bir mektup göndermeye itmiştir. Zira bu hainlerin kampanyasına, İmran Yusufzay, Muhterem Şeyh Dr. Abdulkayyum, Hizb-ut Tahrir / Pakistan Resmî Sözcüsü Mühendis Navit Butt ve Hizb-ut Tahrir / Pakistan Merkezî Temas Lecnesi Başkanı Üstad Saad Cagravî gibi eğitimli şebâba yapılan zulümler de dahil olduğu gibi daha ortada, bu yöneticilerin bu tür zulümleriyle karşılaşan vatandaşların uzun bir listesi bulunmaktadır.

Ayrıca bu kampanyaya, hükümetin evlerin kutsallığını göz ardı ederek tartışmaların yapıldığı oturumlara baskınlar düzenlemesi de dahil olmuştur. Halbuki onlar çok iyi biliyorlar ki bu oturumlarda bölgesel, uluslararası ve fikrî olmak üzere önemli konular tartışılmakta, bu konulara dönük Kur'an ve sünnetten çözümler sunulmakta ve bu tartışmalara, tüccarlar, öğretmenler, doktorlar, Mühendisler, bilişim teknoloji uzmanları, emlakçılar, muhasebeciler, talebeler ve toplumun çeşitli kesimlerinden diğer insanlar katılmaktadır. Nitekim bunlar, tutuklanarak azimetlerine zarar vermek için aşağılayıcı bir şekilde medya organlarının önüne sunulmuşlardır. Dolayısıyla onlardan bazıları görevlerini kaybettikleri gibi diğer bazılarının üniversite öğrenimleri etkilenmiş ve diğer bazıları da ticaretlerinde ekonomik olarak etkilenmişlerdir. Dahası toplum içerisinde saygınlığı olan bu kimseler, sırf toplumda gerçek bir değişim istediklerinden dolayı zulme maruz kalmışlardır. Çünkü onlar, Hilafet yeniden kurulmadıkça bu değişimin imkansız olduğunu idrak ettiklerinden dolayı bu amaç için ideolojik bir hizib olan Hizb-ut Tahrir'e katılmışlardır. Nitekim bu hizib, hükümetlere dönük fikrî çatışma ve siyasî mücadeleye dayalı bir hizib olduğu gibi bu hükümetleri korkar hale getiren de odur. Ayrıca Hizb-ut Tahrir, metodunda maddî araçları kullanmayan siyasî bir hizib olmasına rağmen 2003 yılında Amerika'yı hoşnut etmek için General Müşerref tarafından yasaklanmıştır. Çünkü Hizb-ut Tahrir'in, Amerika'nın ajanları ile onun yanlılarının hainliğini ve hıyanetini ifşa etmesi ile bu hizbin üyelerine karşı baskı, yasaklama ve habis propaganda çakışmakta olup bu propaganda kampanyası hala bu güne kadar da devam etmektedir. Nitekim sıhhatten yoksun bu iddialardan biri de hizbin, dînî ve taifeci bir hizib olduğu ve kışkırtıcı fikirler yaydığıdır. Oysa bu iğrenç suçlamalar, hizib ile Pakistan Silahlı Kuvvetleri arasında ikilik ve ihtilaf oluşturmak içindir. Halbuki hakikat, bunun tam tersidir. Zira Hizb-ut Tahrir, insanlar arasındaki eşitliği gerçekleştirmek amacıyla çeşitli İslam ülkeleri ile çeşitli ırklardan ve renklerden oluşan İslam ümmetini tek bir devlet altından birleştirmek için çalışmaktadır. Dolayısıyla bu devlet de dünyada en ideal bir devlet olacaktır.

Hizb-ut Tahrir, yönetim merkezi olacak olan bir devlet fikri sunmasının yanı sıra bu devletin ekonomisi, sadece yoksulluğu ortadan kaldırmakla sınırlı kalmayacak ve ondaki yargı, adaletin hızlı ve serbest bir şekilde gerçekleşmesine dayalı olacaktır. Ayrıca devletin öğretim sistemi, geçmişte olduğu gibi dünya halklarının dikkatini çekecek, dış politikası yeni bir küresel sistem üretecek ve ordusu, Keşmir'i, Afganistan'ı, Filistin'i ve işgal edilmiş tüm İslam topraklarını kurtaracaktır. Nitekim bu politikalar bağlamında, Amerika'nın siyasî ve ekonomik hegemonyası ortadan kalkacaktır. Dolayısıyla Batı'nın bildiği bu vizyondan dolayı o, Hilafet'in geri dönmesinden korkmakta olup geri döneceğini de tahmin etmesinden dolayı da ajanı olan yöneticilerden, ülkelerindeki Hilafet'i dikkat çekici bir odak noktası haline getirecek olan Hizb-ut Tahrir'i takip etmelerini ve yasaklamalarını talep etmektedir.

Pakistan, Amerika'nın çıkarlarına hizmet etmek için değil İslam adıyla ortaya çıkmıştır. Peki "Pakistan'ın anlamı nedir(?)", dolayısıyla [لا إله إلا الله] sloganının anlamı nedir? Ki atalarımızın kendisi için hayatlarını feda ettikleri bu slogan olup atalarımız Pakistan olarak adlandırılan bu ağaç için hayatlarını vermişlerdir. O halde bundan sonra bu ülkede İslam'ı tatbik etmek için çalışmak, nasıl büyük bir cürüm olarak nitelendirilebilinir ki? Dolayısıyla İslam Devleti'ni kurmak için çalışanlar tutuklanmaktalar ve işkencelere maruz kalmaktadırlar. Çünkü onlar, bu yöneticilere Allah'tan ittika etmeyi hatırlattıkları gibi her bir hainin hıyanetinin boyutuna göre râyesini kaldıracağı bir gün olan kıyamet gününde Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'ın karşısında duracaklarını da hatırlatmaktadırlar.

Hizb-ut Tahrir şebâbı olarak bizler, fikren iflas etmiş bu yöneticilerin politikalarını muhasebe etmemizden dolayı bizlerden intikam almak amacıyla bizlere karşı çeşitli suçlar uydurulduğu gibi bu yöneticiler, İslam'ı sevmemizden ve İslam'ın siyasî otoriteye geri dönmesi için mücadele etmemizden dolayı bizlere zulmetmektedirler.

Şimdi ben sorarım: İslam'ın küresel değerleri, siyasî İslam Nizamı ve Raşidi Hilafet'in yeniden kurulması hakkındaki müzakerelerin yasaklanması mı gerekir? Müslümanların yöneticilerinin gizli anlaşmaları ile ilişkilerinin yanı sıra özellikle Amerika olmak üzere Batı ile olan alenî işbirliğini ifşa etmek, yasaklanmayı hak ediyor mu? Sivil ve askerî liderliklerdeki hainlerin, Pakistan halkına ve Silahlı Kuvvetleri'ne karşı olan komplolarını ifşa etmek bir yasaklamanın olmasını mı gerektiriyor?

Hizb-ut Tahrir, tüm bu amelleri siyasî mücadele yoluyla yapmaktadır. Peki bu, Hizb-ut Tahrir'in yasaklı olmasını mı gerektiriyor?

 

Ben, aşağıdaki hususları talep ediyorum:

a) Özgür medya organlarından, Hizb-ut Tahrir'e yönelik sıhhatten yoksun ve hiçbir gerekçesi olmayan bu yasağı ifşa etmelerini ve ona kendi bakış açılarına davet etme hakkı vermelerini talep ediyorum.

b) İnsan Hakları Örgütlerinden, Hizb-ut Tahrir'e ve onun, vatandaşlar olarak en temel haklarından bile mahrum bırakılan şebâbına dayatılan yasağa karşı kampanya düzenlemelerini talep ediyorum.

c) Yargından da, Hizb-ut Tahrir şebâbına karşı batıl iddiaları araştırmasını, bunların batıllığını ilan etmesini ve Hizb-ut Tahrir'in faaliyetlerinin yasaklanmasını iptal etmesini talep ediyorum.

 

İstihbarat görevlileri de dahil yasayı uygulamakla mükellef olan görevlilere, Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın liderlerinin emirlerine tabi oldukları şeklindeki özürlerini asla kabul etmeyeceğini hatırlatmak istiyorum. Çünkü onlar bu emirlerin, Amerika'nın çıkarlarını garantilemek amacıyla sivil ve askerî liderliklerdeki hainlerden geldiğini çok iyi bilmektedirler. Nitekim Sallallahu Aleyhi ve Sellem, şöyle buyurmuştur:

السَّمْعُ وَالطَّاعَةُ حَقٌّ مَا لَمْ يُؤْمَرْ بِالْمَعْصِيَةِ فَإِذَا أُمِرَ بِمَعْصِيَةٍ فَلَا سَمْعَ وَلَا طَاعَةَ "Masiyetle emrolunmadıkça işitip itaat etmek haktır. Şayet masiyetle emrolunursa işitmek de itaat etmek de yoktur." [Müslim rivayet etti]

 

Bu kelimeleri yazdığım sırada, bana karşı terörizm suçlamasıyla başka bir yalan davanın açıldığını öğrendim ve bu mektup medya organlarına ulaşıncaya kadar hak sözü söylememden dolayı bana karşı kaç davanın olacağından da emin değilim.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Pakistan Resmî Sözcüsü'nün Kaçırılması Davası Sözcü Navit Butt'un Ailesi, Onun Derhal Serbest Bırakılmasını Talep Etmektedir

Esselamu Aleykum;

Şu an Navit Butt'un kaçırılmasının üzerinden yedi aydan fazla bir zaman geçtiği gibi bunun üzerinden bir Mübarek Ramazan ayı ile iki bayram geçmiştir. Bununla birlikte Pakistan yöneticileri, daha katı olmalarının yanı sıra hiçbir şekilde etkilenmedikleri gibi ne Ramazan ayının kutsallığını nede iki bayramın saygınlığını gözetmektedirler. Peki sizler, Navit Butt'un bu şekilde kayboluşunun ailesi ve çocukları üzerinde bıraktığı etkiyi hayal edebiliyor musunuz?

Mühendis Navit Butt, hayatını Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın ve Nebisi Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in şeriatının yönetim sistemi olan Hilafet'i kurmak için çalışmaya adamıştır. Nitekim Navit Butt'u tanıyan ve onunla karşılaşan herkes, onun mücadelesini fikrî çatışma ve siyasî mücadeleyle sınırlandırdığını çok iyi bilir. Dolayısıyla o, Hilafet'i kurmak için çalışan ve Hilafet Devleti'ni kurarken maddî güç kullanılmasını Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in metoduna aykırı bulan siyasî bir hizible çalışarak İslam'ın şanını yüceltmek için mücadele etmiştir. Aynı şekilde onun, ülkedeki mevcut zulmün altında bile olsa hak sözü yükseltirken Allah'tan başka hiçbir kimseden korkmadığını da bilmektedirler. Nitekim bu mücadele sırasında sadece delil ve kalem gücüyle konuşmasını kullanmaya devam etmiştir. Bunun üzerine İslam için çalışan Navit Butt, yedi ay önce rejimin baltacıları tarafından masum çocuklarının önünden kaçırılmış olup şu ana kadar da hiç kimse onun nerede olduğunu bilmemektedir. Ayrıca ailesi, sessiz kalsınlar diye tehdide ve gözdağına maruz kalmışlardır. Zira baltacılar, Navit'in kardeşinin oğlunu başkent İslamabad sokaklarında birçok araçlarla kovalamışlar ve üzerine silahlarıyla ateş etmişlerdir. Sonra kadınların varlığının kutsallığını ve küçük çocukları gözetmeksizin başka bir kardeşinin oğlunun evine de baskın düzenlemişlerdir.

Navit Butt'un ailesi olarak bizler, bu mevcut duruma karşı olan öfkeli duygularımızı ifade ederek insanların işlerine önem verenlere deriz ki; birkaç aydır Navit Butt gibi bir adamın kaçırılması gibi Allah'ın hükmünü yeryüzüne geri getirmek için çalışanları hedef alan bu büyük cürüme karşı sessiz kalmak caiz değildir. Şimdi İnsan Hakları Komisyonlarına şu soruyu yöneltiyoruz: Fesatlarından ve yanlış kararlarından dolayı yöneticileri muhasebe etmek ile bir adımın kendisi için bir avukat bile belirlenmesine imkan verilmemesi aynı derecede olan büyük bir cürüm müdür? Askerî ve siyasî liderliklerdeki hainlere de deriz ki; hiç Allah'tan korkmuyor musunuz? Yoksa onlar, dünya hayatının çok kısa olduğunu ve yapmış olduklarından dolayı Allah katında hesap vereceklerini bilmiyorlar mı? Navit Butt'un kaçırılmasıyla Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın dininin yönetime geri dönüşünün engelleneceğini mi sanıyorlar?!

Navit Butt'un fedakarlıklarıyla onun karşı karşıya kalmış olduğu zulmün, onu tanıyan ve seven insanları Hilafet'i kurmak için daha samimi bir şekilde çalışmaya sevkettiğini, aynı şekilde bizlerin daha kararlı ve güçlü bir şekilde dünyanın dört bir tarafında Hilafet'i kurmak için çalışanların yanında yer aldığımızı, Navit Butt'un derhal serbest bırakılmasını ve onu kaçıran suçlulara daha ağır ceza verilmesini talep ettiğimizi, Pakistan halkını da, İslam ümmeti İslamî Devletin kurulması yoluyla izzetini ve onurunu yeniden elde edinceye kadar bu mücadelede bize katılmaya davet ettiğimizi ve işte o zaman müminlerin ferahlayacaklarını önemle vurgularız. Zira Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ (4) بِنَصْرِ اللَّهِ يَنصُرُ مَن يَشَاء وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ "İşte o gün, müminler de Allah'ın nusretiyle, zaferiyle ferahlayacaklardır. Allah dilediğine nusret, zafer verir. O, Azîz'dir, Rahîm'dir." [er-Rûm 4-5]

Devamını oku...

Avustralya Medya Ofisi: Navid Butt'a Özgürlük

  • Kategori Avustralya
  •   |  

Avustralya Medya Bürosu: Navid Butt’a nusret

Hizb-ut Tahrir Avustralya 20 Safer 1434 Hicri, 3 Ocak 2013 Miladi tarihinde Pakistan Resmi Sözcüsü Navid Butt’a destek amaçlı büyük bir kampanya düzenlemiştir. Zira Navid Butt zorba, Allah, Rasul’u ve müminlerin düşmanı Pakistan otoritesi tarafından kaçırılmış ve aradan sekiz ay geçmesine rağmen nerede ve ne halde olduğu hakkında hiçbir bilgi yoktur. Hizbin gençlerinden bir grup Kanberra kentindeki Pakistan elçiliği önünde protesto gösterisi düzenlemiş ve onlardan bazısı kaçırma olayıyla ilgili mektup vermek istemiş fakat elçilik çalışanları Hizb-ut Tahrir’in Pakistan'da yasaklı olduğu için mektubu alamayacaklarını ileri sürmüşlerdir. Bunun üzerine mektubu almak amacıyla elçilikten dışarı çıkan yetkili kişilere Hizb’in gençleri Pakistan'ın meşru bir devlet olmadığını ve onu Hilafet'in yıkarak enkazı üzerine İslam beldelerini ve üzerindeki halkları birleştirecek bir devleti kuracağını, ayrıca Hilafet devleti onların yöneticilerini ve o yöneticilerin İslam'a ve müslümanlara yönelik işlediği cürümlerine ortak olanları hesaba çekeceğini beyan etmişlerdir.

Elhamdulillah

 

Hizb-ut Tahrir / Avustralya Medya Bürosu Sözcüsü Osman Bedir:

(İngilizce)

 

-------------------------------------------- oOo --------------------------------------------

 

Kardeş İsmail el-Vahvah (Ebu Enes)

(Arapça)

 

-------------------------------------------- oOo --------------------------------------------

 

Kardeş Ebu Abdullah

(Arapça)

 

-------------------------------------------- oOo --------------------------------------------

 

Kardeş Vassim Dureyhi

Hizb-ut Tahrir / Avustralya Medya Bürosu Temsilcisi

(İngilizce)

 

-------------------------------------------- oOo --------------------------------------------

 

Kardeş Fatıma Erdeti

Navid Butt'a özgürlük

(İngilizce)

 

-------------------------------------------- oOo --------------------------------------------

 

İslam Nuruyla kuşanmış bir çocuk

Avustralya'daki Müslüman Çocuklarının adına

Navid Butt ve çocuklarına destek mesajı

(İngilizce)

 

-------------------------------------------- oOo --------------------------------------------

 

Hizb-ut Tahrir / Avustralya Medya Bürosu Sözcüsü Osman Bedir:

(Urduca)

 

-------------------------------------------- oOo --------------------------------------------

 

Kardeş Harun Bakş

Navid Butt'a özgürlük

(Urduca)

 

 

 

Devamını oku...

Müslümanları Dinleri Noktasında Aşağılamaya Dönük Medya Kampanyası

  • Kategori Avustralya
  •   |  

Müslümanlar bir kez daha bir taraftan dinleri noktasında incitilmelerini ve aşağılanmalarını hedef almaya diğer taraftan da toplum içerisinde birlikte yaşadığı gayrimüslimlerden olan insanlarla ilişkilerini ifsat etmeye dönük medya kampanyasına maruz kalmışlardır.

Medya, Müslümanların Nasranilerin bayram kutlamalarına katılması meselesini kışkırtmaktadır. Şimdi bu mesele hakkındaki şeri hükmü açıklamadan önce bu medya kampanyasına bir cevap vermek için açık bir şekilde aşağıdaki hususları dile getiririz:

Birincisi: İslam, insanların geneliyle olan muamelede adalete ve iyiliğe çağırmasının yanı sıra tüm durumlarda da İslam ahlakına ve değerlerine bağlı kalmaya çağırdığı bir sırada ancak hiç şüphesiz kafirlerin akideleri ve dinleriyle olan ilişkide onların bayram kutlamalarını Müslümanlara yasaklamaktadır ve bu iki mesele arasında da hiçbir çelişki yoktur.

İkincisi: Şeri hükümler, ne kafirlerin arzularına ne medyalarının baskılarına ne dernek kurucularının arzularına veya maslahatlarına veya bağlantılarına boyun büker. Dolayısıyla Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in haram kıldığı kıyamet gününe kadar haram olduğu gibi Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in helal kıldığı da kıyamet gününe kadar helal olup herhangi birinin şeri hükümleri değiştirmesi veya bu dünyadaki herhangi bir mahluku hoşnut etmek için yada ondan korktuğundan dolayı nasları bir kenara atması caiz değildir.

 

Ey Müslümanlar!

Gayrimüslim olan Nasraniler bu günlerde inançlarından dolayı İsa İbn-u Meryem [Aleyhi's Selam]'ın doğumunu kutlamaktadırlar. Ancak Müslümanlar, kafirlerin bayramlarının kutlanmasının haram olduğunu bildiklerinden dolayı bundan kendilerini uzaklaştırmaktadırlar. Ama ister onlara benzemek için olsun isterse onları güzellikle taklit etmek için olsun bazı Müslümanların evlatlarının, bu kutlamalara katıldıklarını yada bu bayramların ve taklitlerin tahrif olmuş sapık Nasrani akidesiyle olan bağlantısını idrak edemediklerini görünce Müslümanın kalbi hüzünlenmektedir.

Şeriat Müslümanlar için özel bayramlar belirlemiştir ki bunlar, el-Fıtr ve el-Adha günleridir. Nitekim Nesai, Enes'den şöyle dediğini rivayet etmiştir:

قدم النبي صلى الله عليه وسلم المدينة ولهم يومان يلعبون فيهما فقال: أبدلكم الله تعالى بهما خيراً منهما، يوم الفطر والأضحى "Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], Medine'ye geldiğinde onların oynayıp eğlendikleri iki günleri vardı. O, şöyle buyurdu: Allah bu iki gününüzü onlardan daha hayırlı olan diğer iki günle değiştirmiştir ki bunlar, el-Fıtr ve el-Adha günleridir."

Bu, Müslümanlar için sadece iki bayramın olduğuna dair Resul [Aleyhi's Salatu ve's Selam]'dan gelen bir nastır ki bu bayramlar, el-Fıtr ve el-Adha günleridir ve bu iki bayram cahiliyye bayramlarını iptal etmiştir. Dolayısıyla bu Iyd-ul Fıtr ve'l Adha, ibadette, itaatte ve Allahuteala'nın emirlerine uymada Allah'ı birleyen Müslümanların akidesiyle ilişkilidir.

Genelde Nasranilere özelde ise Batılılara ait olan doğum günlerine gelince; İsa İbn-u Meryem [Aleyhi's Selam] hususunda sapık ve tahrif olmuş akidelerinden kaynaklanan bir kutlama olup buna, eski putperest Roma gelenekleri de karışmıştır. Dolayısıyla bir Müslümanın, bunların sapık oldukları ve sahiplerinin de kafir olduklarıyla ilgili bir şüphesi yoktur. Nitekim Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

لَّقَدْ كَفَرَ ٱلَّذِينَ قَالُوۤاْ إِنَّ ٱللَّهَ ثَالِثُ ثَلاَثَةٍ "Andolsun Allah, üçün üçüncüsüdür diyenler de kafir olmuşlardır." [Maide 73]

Ve Azze ve Celle, şöyle buyurmaktadır:

لَّقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَآلُواْ إِنَّ اللّهَ هُوَ الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ "Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih'tir diyenler andolsun ki kafir olmuşlardır." [Maide 17]

Ayrıca Nasraniler bu bayramlarında, evleri, iş yerlerini, okulları ve sokakları süsledikleri gibi Kilise ve benzeri yerlerde genel ve özel partiler düzenlemekteler, birbirleriyle hediyeleşmekteler ve bu vesileyle kutlama yapmak için dini  ilahiler söylemektedirler.

 

Ey Müslümanlar!

Şeriat Müslümanlara, dinleri ve ritüelleriyle ilgili hususlarda Nasranileri, Yahudileri ve diğerlerini taklit etmeyi kesin olarak nehyetmiştir. Nitekim Buhari, Ebi Said el-Hudrî'den Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

لَتَتْبَعُنَّ سَنَنَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ شِبْراً شِبْراً، وَذِرَاعاً بِذِرَاع،ٍ حَتَّى لَوْ دَخَلُوا جُحْرَ ضَبٍّ تَبِعْتُمُوهُمْ. قُلْنَا: يَا رَسُولَ اللَّه،ِ الْيَهُودُ وَالنَّصَارَى؟ قَالَ: فَمَنْ "Şüphesiz siz, sizden öncekileri karışı karışına, arşı arşına takip edeceksiniz. Hatta onlar kertenkele deliğine girseler siz de gireceksiniz. Dedik ki: Yahudiler ve Nasraniler  mi? Dedi ki: Başka kim olabilir ki!"

Dolayısıyla Nebi [Aleyhi's Salatu ve's Selam]'in, Yahudileri ve Nasranileri takip etmekten nehyetmesi ve onları ve onların yaşam biçimlerini takip edenleri, onların örflerini ve ritüellerini taklit edenleri zemmetmesi, Müslümanların onları takip etmelerinin haram olduğuna dair açık bir delildir. Nitekim şeriat bu nehye, Aleyhi's Salatu ve's Selam'ın şu kavlinden dolayı kafirlere benzeyenlerin onlardan olacağı şeklinde vasıflandıracak boyuttan vurgu yapmıştır:

مَنْ تَشَبَّهَ بِقَوْمٍ فَهُوَ مِنْهُم "Kim bir kavme benzerse, o da onlardan olur." [Ahmed ve Ebu Davud rivayet ettiler]

Binaenaleyh Müslümanların, özellikle Nasrani ve diğer kafirlerin bayramlarını kutlamaları caiz değildir.

Yine Müslümanların, ister  genel ister özel kutlamalar olsun ister Kilisede ister okulda isterse de herhangi bir mekanda olsun herhangi bir şekilde bu kutlamaları katılmaları da caiz değildir.

Dolayısıyla bu, hediyeleşmek, Müslümanlar arasında tebrikleşmek, evleri ve iş yerlerini süslemek gibi bir Müslümanın kutlama yaptığını gösteren görüntü ve ritüeller gibi bu hususla ilgili her şeyi kapsanmaktadır.

Ey Allah'ım! Dinini yeryüzünde iktidar kıl ve İslam'ı ve Müslümanları da izzetli kıl!

Ey Allah'ım, biz tebliğ ettik! Ey Allah'ım, Sen şahit ol!

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hayır, Ey El-Ezher Şeyhi! Şeriat Bütün Fiillerde Hakemdir

El-Ezher Şeyhi Ahmed Tayyib, 20.12.2012 Perşembe günü yayınlanan açıklamasında anayasaya yönelik referandumu yorumlarken şöyle demiştir: "El Ezher Eş-Şerif, referandum sürecinin gerek  şeri hükümlerle gerekse de helal ve haramla hiçbir ilgisinin olmadığını vurgular ve el Ezher eş-Şerif imamları ve vaizleri, minberlerin ve mescitlerin saygınlığını gözetmeye ve Allahuteala'nın şu kavlini örnek alarak buraları siyasî çatışmalardan ve siyasî yaygaralardan uzak tutmaya çağırır: وَأَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلَّهِ فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللَّهِ أَحَدًا "Mescitler şüphesiz Allah'ındır. O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın (kulluk etmeyin)." [Cin 18] Ayrıca el-Ezher Şeyhi, Mısır'ı modern anayasal ve ulusal demokratik ülkeler için bir model kılma yönünde bir vatandaşlık görevi olması itibarıyla tüm vatandaşları gelecek cumartesi yapılacak olan referandumdaki oy sandıklarının önünde vicdan sahibi olmaya davet etmiş ve şöyle demiştir: Allah'ın izniyle bu şekilde vatan gemisi, güvene ve istikrara doğru demir atacak olup Mısır, kalkınma, ilerleme ve uluslar arası konumunu elde etme yönünde bir başlangıç yapacaktır."

Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmaktadır:

الدين النصيحة قلنا لمن؟ قال لله ولكتابه ولرسوله ولأئمة المسلمين وعامتهم "Din nasihattir." Dedik ki: "Kimin için?" Dedi ki: "Allah için, kitabı için ve resulü için, Müslümanların liderlerine ve genelinedir."

Dolayısıyla Hizb-ut Tahrir / Mısır Vilayeti olarak bizler de, Mevla Azze ve Celle'den hepimizi doğru yola iletmesini temenni ederek el-Ezher eş-Şerif'in Şeyhine bir nasihatte bulunarak deriz ki:

1-Referandum sürecinin, gerek şeri hükümlerle gerekse helal ve haramla hiçbir ilgisi yoktur sözü, kabul edilemez bir sözdür. Zira bu söz, ammi bir Müslümandan bile çıkmamalıdır. O halde el-Ezher Üniversitesi'nin imamı ve ilmin ve alimlerin kandili olan büyük bir imam bunu nasıl yapabilir? Zira referandum, şeri hükmü açıklanması gereken beşerî bir fiil değil midir? Ayrıca fiillerde asıl olan şeri hükümlerle kayıtlı olmak değil midir?

2-Anayasa, devletin şeklini ve ondaki bütün otoritenin amellerini açıklayan genel hükümler olduğu gibi insanların bütün amellerini, ekonomik, içtimai, siyasî ve benzerleri gibi her alanda yürüten temel sistemdir. Peki bizler, içki içmek ve faiz yemek gibi özel tafsili amellerde şeri hükümlerle kayıtlı oluyorken milyonlarca insanın amellerini yürüten ana sistemlerde şeri hükümlere bağlanmamız daha evla değil midir? Ayrıca bunun, oylamaya göre değil delilin kuvvetine göre Kur'an ve sünnetten alınması gerekmektedir. Bundan dolayı oy kullanmak amacıyla oy sandıklarına gitmek caiz değildir. Çünkü bunda, hükümlere yönelik oylama ilkesinin kabulü söz konusudur. Bu ise kabul edilemez olup şeran da caiz değildir. Nitekim Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلاَ مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمْ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً مُبِينًا "Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, ne mümin bir erkek ne de mümine bir hanım için o işlerinde herhangi bir serbestlik yoktur. Her kim Allah'a ve Resulü'ne isyan ederse apaçık bir sapıklık ile sapıtmış olur." [el-Ahzâb 36]

Bundan dolayı oy kullanmaya giden bir kimse günahkar olur. Peki o halde referandum sürecinin gerek şeri hükümlerle gerekse helal ve haramla hiçbir ilgisinin olmadığı nasıl söylenebilinir?

3-El- Ezher eş-Şerif'in imamları ve vaizleri, minberlerin ve mescitlerin saygınlığını gözetmeye ve buraları siyasî çatışmalardan ve siyasî yaygaralardan uzak tutmaya çağırmasına gelince; bundan onun, imamları ve vaizleri siyasete karıştırmadığı anlaşılmaktadır. Sanki bu, İslamımızda bu gibi bir ayırım olmadığı halde dini siyasetten ayırmaya dönük bir çağrıdır.

4 El-Ezher Şeyhinin, Mısır'ı modern anayasal ve ulusal demokratik ülkeler için bir model kılma yönünde bir vatandaşlık görevi olması itibarıyla vatandaşları referanduma davet etmesine gelince; dolayısıyla bu, dünyada ve ahirette hiçbir nasibi olmayan bir çağrıdır. Zira bu, İslam'dan uzaklaşmayı kutsamaya dönük bir çağrı olduğu gibi İslam ise devletin şeklini belirlemiştir ki bu da anayasal ve ulusal demokratik bir ülke değil sadece Hilafet'tir. Çünkü alemlerin Rabbinin şeriat kıldığı İslam'daki yönetim sistemi bizzat Hilafet'tir. Dolayısıyla İslamî hayatı, hayat sahasına geri döndürmek ve İslam'ı dünyaya taşımak için Allah'ın şeriatını kamil ve kapsamlı bir şekilde tatbik etmenin tek yolu Hilafet'tir. Ayrıca Müslümanların vahdetini, izzetlerini ve kuvvetlerini birleştirmenin ve hem Müslümanlar hem de insanlar arasında adaleti yaymanın tek yolu da Hilafet'tir. Nitekim Allah'ın izniyle sadece bu şekilde vatan gemisi, güvene ve istikrara doğru demir atacak olup Mısır da kalkınma, ilerleme ve küresel risalet sahibi bir ülke olarak uluslar arası konumunu elde etme yönünde bir başlangıç yapacaktır ey kerim Şeyh!

فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلا يَضِلُّ وَلا يَشْقَى* وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى "Her kim Benim hidayetime tabi olursa o sapmaz ve bedbaht olmaz Her kim de zikrimden yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olur ve biz onu kıyamet günü de kör olarak haşrederiz" [Tâha 123 124]


Hizb-ut Tahrir
Mısır Vilâyeti
Medya Bürosu Başkanı
Şerif Zâyid

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir Müslümanları, Hem Hasina İle Halide'yi Hem de Bu Gibi Ajanları Doğuran Demokratik Rejimi Kaldırıp Atmaya Davet Eder

Hizb-ut Tahrir bugün, Dakka şehrinin muhtelif bölgelerindeki Cuma namazının ardından mescitlerin dışında genel konuşmalar düzenlemiştir. Nitekim konuşmacılar, Hasina ve Halide'nin Hindistan ile Amerika'ya olan bağlılıklarını ifşa etmişler ve halkı da bu gibi ajanları doğuran demokratik rejimi kaldırıp atmaya davet etmişlerdir. Ayrıca konuşmacılar, Hilafet'in yeniden kurulmasını engellemek için haçlı Amerikan liderlerinin Bangladeş'in Amerika ile Hindistan'a bağlılığını garantilemek amacıyla ajan yöneticileri kullandıklarını söylemişlerdir. Nitekim geçen dört yıl boyunca Hasina hükümeti, ülkeye zarar veren birçok davranışları yoluyla bu şerir planı uygulamak için Amerika ve Hintlilerle işbirliği yaptığı gibi Muhalefet İttifakı Lideri Halide Ziya da emperyalistlere bağlılıkta Hasina'dan farklı değildir. Zira Halide, partisinin şekillenmesi ve hükümet ile koalisyon yapması halinde aynı hain politikalara devam edeceğini vurgulamıştır.

Ayrıca konuşmacılar Hasina ile Halide'nin, aynen kendileri gibi yabancı başkentlerdeki efendilerine ajanlık etmeleri nedeniyle halkın çok büyük acılar çekmelerine neden olan yöneticiler doğuran demokratik rejimin ürünlerinden olduklarını söylemişledir. Zira bunlar ülkeyi, halklarına zulüm ve hıyanet ederek yönetmişlerdir. Müslümanlar ise sömürgecilik gelene kadar demokratik rejimi bilmiyorlardı. Nitekim sömürgecilik, (üçüncü dünya ülkeleri olan) İslam ülkelerinde demokrasiyi pekiştirmektedir. Bu da ajan yöneticileri otoriteye dikmesiyle eşzamanlı olmuştur. Dolayısıyla sömürgeciliğin en saptırıcı üsluplarından biri de insanları, seçtikleri yöneticilerin bizzat kendilerinden oldukları şeklinde inanmalarını sağlamaktır. Aslından bu yöneticiler, bizzat emperyalistlerin yanlılarıdırlar. Bangladeş'teki durum işte bu şekildedir. Nitekim İngiltere'nin ajanları olan Avami Birlik Partisi'nin liderleri, bağımsızlığın ardından yöneticiler olmuşlardır. Bunun ardından ise Amerika'nın ajanı Ziya Rahman ülkenin yöneticisi olmuş ve bunun ardından da İngiltere ve Hindistan'ın desteğiyle ülkenin yöneticisi Arşad olmuştur. Daha sonra Amerika, İngiltere ve Hindistan'ın gözetiminde Arşad'ın düşmesinin ardından, Halide ile Hasina'nın bir biri ardına yönetime gelmesiyle sonuçlanan "demokratik seçimler" yapılmıştır. İşte bu zamandan bu yana iktidar, ana muhalefet partilerinin işbirliğiyle bu ikisi arasında dönmektedir.

En son olarak konuşmacılar insanları, Hasina ile Halide'yi kaldırıp atmaya, demokrasiyi devirmeye ve insanların işlerinin gözetimini ihlas ve verimli bir şekilde üstlenecek olan Hilafet'i yeniden kurmaya davet etmişlerdir. Zira böylece onlar, adalet ve dürüstlükle yönetilecek, sonra da Amerika, İngiltere ve Hindistan İslam ülkelerinden çıkarılacak ve Allah'ın izniyle bir daha geri dönmemek üzere ülke üzerindeki egemenliklerine, güvenliklerine ve askerî yeteneklerine son verilecektir.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَنْ تَمُوتَ إِلا بِإِذْنِ اللَّهِ كِتَابًا مُؤَجَّلًا "Hiçbir kimse yok ki, ölümü Allah'ın iznine bağlı olmasın. (Ölüm), belli bir süreye göre yazılmıştır." [Âli İmran] Hizb-ut Tahrir / Yemen Vilayeti, A

Hizb-ut Tahrir / Yemen Vilayeti, H. 07 Safer-ul Hayr 1434 el-Muvafık 19.12.2012 Çarşamba gecesi, Taiz şehrinde Abdulkadir Abdullah Ahmed el-Beydânî'nin vefatıyla şok olmuştur. Abdulkadir el-Beydânî, 14.12.2012 Cuma günü göğüs hastalığına maruz kaldığı için hastaneye sevkedilmesinin ardından vefat etmiştir. Nitekim Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَنْ تَمُوتَ إِلا بِإِذْنِ اللَّهِ كِتَابًا مُؤَجَّلًا "Hiçbir kimse yok ki, ölümü Allah'ın iznine bağlı olmasın. (Ölüm), belli bir süreye göre yazılmıştır." [Âli İmran]

Abdulkadir el-Beydânî, elli bir yaşında vefat etmiş olup kendisinin beş erkek ve kız evladı bulunmaktadır. Merhum Abdulkadir Abdullah Ahmed el-Beydânî, Tebrake ve Teala'nın şu kavlindeki hak emrine icabet eden Yemen'deki Hizb-ut Tahrir üyelerinin ilk kuşağındandır:

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ "Aranızda hayra (İslam'a) davet eden, marufu emredip münkerden nehyeden bir ümmet (siyasi bir Hizb) bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir." [Âli İmran 104]

Dolayısıyla onlar, Allahu [Subhânehu ve Te'âla] önünde temize çıkmak amacıyla bir cemaatle birlikte bunu gerçekleştirmek için çalışmışlardır. Ayrıca o, İslam ile yönetmek, el-Ukab râyesi altında İslam ülkelerini birleştirmek ve İslam'ı davet ve cihat yoluyla dünyaya taşımak için Hilafet Devleti'ni kurmak yoluyla İslamî hayatın yeniden başlatılmasına davet etmesinden ve hak söz söylemede ve onunla amel etmedeki cesaretinden dolayı kutlu Yemen'in evlatlarından tutuklananların ilkidir. Dahası merhum, hakkı akrabalarından gizleyenlerden de olmamıştır. Zira insanlardan ilk olarak ailesini ve akrabalarını davet etmiş, sonra da onları kendilerinde bir hayır hissettiği insanlar takip etmiştir.

Hizb-ut Tahrir'in üyesi merhum Abdulkadir Abdullah Ahmed el-Beydânî, çevresindeki insanlara, hakka tabi olmayı, İslam fikirleriyle kayıtlı kalmayı, şeri hükümlere bağlanmayı, güzel ahlakı ve seciyeyi öğretmiştir. Allah rahmetliye merhamet etsin, onu geniş cennetlerine koysun, ailesine ve akrabalarına sabır ve metanet versin. Nitekim Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ قَالُوا إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ "Onlar ki kendilerine bir musibet isabet ettiği zaman derler ki: "Muhakkak ki biz Allah için ve muhakkak ki biz O'na döneceğiz." [el-Bakara 155-156]

Hizb-ut Tahrir / Yemen Vilayeti Yemen halkına ve İslam ümmetine, Abdulkadir Abdullah Ahmed el-Beydânî'nin vefatını ilan eder. Nitekim o, Resul Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in takip ettiği, Medine-i Münevvera'da İslam Devleti'ni kurmak için çalıştığı ve İslamî (Hilafet) Devleti'ni kurmaları için de kendisinden sonraki Müslümanlara sünnet olarak bıraktığı metodu üzere yürümüştür.


Dr. Muhammed Et-Taşî
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Medya Bürosu Başkanı
Yemen Vilâyeti

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER