Pazar, 27 Safer 1446 | 2024/09/01
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Merkezi Medya Ofisi: "Ey Ümmet; Özbekistan'daki Siyasi Mahkumlardan Bir Çağrı!" Başlıklı Küresel Kampanya

  • Kategori Kampanyalar
  •   |  

Özbekistan güvenlik güçleri, 23 Hizb-ut Tahrir üyesini yeniden tutukladı ve bu yıl 9 Mayıs’ta, ölü diktatör Kerimov döneminde yargılandıkları ve 1999-2000 yıllarından bu yana yaklaşık 20 yıl hapis yattıkları ve işkence gördükleri aynı suçlamalarla yargılanmalarına başlandı.

Devamını oku...

Gazze Halkı Mısır’da Mülteci değillerdir Bu Şekilde Olmaları Caiz Olmadığı Gibi Onlar İle Mısır Arasında Sınır ve Vizelerin Olması da Caiz Değildir

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Gazze Halkı Mısır’da Mülteci değillerdir Bu Şekilde Olmaları Caiz Olmadığı Gibi Onlar İle Mısır Arasında Sınır ve Vizelerin Olması da Caiz Değildir

Haber:

Amerikan Foreign Policy Dergisi 15/8/2024 Perşembe günü “Sınırı geçmek için birikimlerini ödedikten sonra… 100 bin Filistinli Mısır’da “mülteci” statüsü almadan nasıl yaşıyor?” başlığı altında, Gazze halkının Mısır'daki durumu ve sınırların kapatılmasına, Gazze halkının kuşatma altında olmasına ve Mısır’ın onları mülteci olarak kabul etmemesine rağmen Mısır’a nasıl girebildikleri hakkında bir rapor yayınladı. Arabic Post da şöyle dedi: Bazı Filistinliler hayatlarını tehdit eden vakaların tedavisi için Mısır’a ücretsiz tıbbi nakil imkanından yararlanabiliyor. Ancak Gazze’den kaçanların çoğu, Gazze’den Mısır’a geçişi sağlayan tek şirket olan Hala Danışmanlık ve Turizm Şirketi’ne ücret ödemek zorunda kalmaktadırlar.Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ile yakın ilişkileri olan İbrahim el-Organi’nin sahibi olduğu Hala Şirketi, sınırı geçenlerden kişi başına 2.500 ila 5.000 dolar ücret alıyor; bu ise Filistinlilerin çoğunun karşılayabileceğinin çok ötesinde olan bir miktar olup rapor, Gazze halkının Mısır’da çektiği acılara ve herhangi bir desteğe erişimlerinin olmadığına işaret ediyor.

Yorum:

Gazze ve tüm mübarek topraklardaki halkımızdan özür diliyoruz; zira yöneticilerimiz sadece sizi yardımsız bırakmakla kalmadılar, aynı zamanda kuşatma altında olmanıza ve sizin öldürülmenize ortak oldular ve işgalci gâsıp varlığa destek verdiler. Dolayısıyla onlar, öfkeli halklara karşı sınırlarının bekçileridirler. Onların başında da ikilemi çözecek ve tüm Filistin’i birkaç saat içinde özgürleştirecek bir orduya sahipken Yahudi varlığı için bir emniyet supabı olan Mısır rejimi gelmektedir! Mübarek topraklardaki halkımızdan özür diliyoruz; zira diğer tüm rejimler gibi bu rejim de, size ve bir bütün olarak ümmetin davası olan Filistin davasına yönelik her türlü sempatiyi engellemekte, bu meseleyi gündeme getirmeye çalışan herkesi bastırıp tutuklamakta ve Filistin meselesine yönelik doğru çözüme, yani onu özgürleştirmek ve halkına yardım etmek için orduların harekete geçmesinin vacibiyetine işaret eden tüm ağızları susturmaktadır.

Gazze halkının başına gelenler, rejimin ve onun araçlarının işlediği tam teşekküllü bir suçtur; zira bırakın Mısır'ın Gazze’yi kuşatma halini ve halkına yönelik sürekli ve kasıtlı kısıtlamalar uygulamasını, Mısır ile Gazze arasında bir sınırın bulunması bile kesinlikle caiz değildir. Peki ya gerek Yahudilerin zulmünden kaçmak için gerekse savaş durumu ve Mısır’ın büyük bir kısmını temsil ettiği kuşatma nedeniyle, Gazze’de sağlanması imkânsız olan bir tedavi umuduyla ve ülkemizi yöneten rejimlerin sağlamayacak olduğu, ancak uluslararası kuruluşların sağladığı desteği alabilmek ve belki de bu desteği onlarla paylaşabilmek için mülteci kimliği elde etme umuduyla, Mısır’a girebilmeleri için onlardan zorla ve cebren alınan paralara ne demeli! Şayet onlarla şerî hükümlere ve bunun Mısır ve ordusuna yüklediği şeylere göre muamele edilmiş olsaydı ne bu kimliğin ne de beraberinde getirdiği desteğin bir değeri olmayacağı gibi şayet mesele çektikleri acılara rağmen Mısır halkına bırakılmış olsaydı Gazze halkının bu desteğe ihtiyacı olmayacaktı.

Mısır ve ordusunun yapması gereken şey,Mısır ile Gazze arasındaki bu duvarı ve Mısır'ı Filistin'den ayıran tüm sınırları yıkmak, Gazze halkını mülteci olarak değil, aksine üzerimizde hakları olan, yardım edilmesi vacip olan ve iyi bir şekilde gözetilmesi gereken kardeşleri olarak kabul etmektir. Duvarları yıktıktan ve sömürgecinin çizdiği sınırları kaldırdıktan sonra Kenane ordusunun, Yahudi varlığını ve onu Kahire’den koruyan ajan rejimden başlayarak onun kökünden sökülmesini engelleyen her şeyi kökünden sökerek tüm mübarek toprakları özgürleştirmek ve halkına tam destek vermek için harekete geçmesi gerekir; Kudüs’ün kurtuluşunun Kahire'nin kurtuluşuyla başladığını söyleyen ne kadar da doğru söylemiştir.

Kahire'nin kurtuluşu, Mısır’a hükmeden bu kapitalist sistemin tüm araç ve sembolleriyle birlikte kökünden sökülüp atılması, Amerika ve Batı’ya bağımlılığın tüm şekil ve tezahürleriyle ortadan kaldırılması ve bu sistemin enkazı üzerine Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin kurulması anlamına gelmektedir. Zira bu devlet; Allah Azze ve Celle’nin razı olmasının yanı sıra ümmeti bölen sınırları ortadan kaldıracak, ümmetin çabalarını birleştirecek ve topraklarını geri almak, kutsallarını kurtarmak ve Filistin ve Aksa'dan başlayıp Irak, Keşmir, Burma, Endülüs ve işgal altındaki diğer İslam topraklarına geçerek buralardaki mustazaflara yardım etmek için ordularını seferber edecek olan bir devlettir. İşte Mısır ve ordusunun yerine getirmesi gereken şerî vacip bu olup bu da ancak İslam’ın ve onun devleti olan Nübüvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin gölgesi altında gerçekleşebilir.

Ey en hayırlı askerler olan Kenane askerleri: Allah’ın üzerinize vacip kıldığı şerî vacibi işte önünüze koyuyoruz; şayet ümmeti desteklemekten geri durur, onun yanında yer almaz ve devletini kurmak ve otoritesini yeniden tesis etmek için çalışanlara yardım etmezseniz hem ahiret günü Allah’ın huzurunda bunlar hakkında hesaba çekileceksiniz hem de Mısır ve mübarek toprak halkı, hatta bir bütün olarak ümmet boğazlarınıza yapışacaktır. O halde fırsat elinizde olup hayır da sizi çağırıyorken acele edin ve ellerinizi, İslam’ı tatbik etmek ve onun otoritesini yeniden tesis etmek için çalışan muhlis kişilerin ellerinin üzerine koyun; umulur ki Allah geçmiş günahlarınızı affeder, sizin ellerinizle bir hayır yazar ve böylece sizin sayenizde, ümmetin beklediği, Allah’ın vaat ettiği ve Nebisi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet olarak müjdelediği devlet kurulur.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ   “Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Said Fazıl - Mısır

Devamını oku...

Ukrayna, Neden Rusya’nın Merkezine Saldırdı?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Ukrayna, Neden Rusya’nın Merkezine Saldırdı?

Haber:

Rusya-Ukrayna savaşına olan küresel ilginin azalması ve Doğu Cephesinde aylarca süren geri çekilmenin ardından Ukrayna ordusu, bir hafta önce Rusya'ya sürpriz bir saldırı başlattı ve bu saldırı sırasında onlarca Rus kasabasının kontrolünü ele geçirdi.

İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Rusya topraklarına yönelik en büyük saldırı olarak kabul edilen ani ve devam eden Ukrayna saldırısı, onun askeri ve siyasi hedefleri ve geleceğinin yanı sıra Rusya’nın geri çekilme nedenleri ve tüm bunların yaklaşık iki buçuk yıldır devam eden savaşın geleceği üzerindeki etkileri hakkında birçok soruyu gündeme getirdi.

Saldırıdan yaklaşık bir hafta sonra Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, ülkesinin güçlerinin Rusya’nın Kursk bölgesindeki 74 kasabayı kontrol altına aldığını ve bölgede ilerlemeye devam ettiğini açıklayarak “Rusya topraklarımıza savaş getirdi ve bunu kendisi de hissetmeli” vurgusunda bulundu.

Öte yandan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ukrayna güçlerinin eylemlerini "büyük çaplı bir provokasyon" olarak nitelendirdi veKiev’in "füzeler de dahil olmak üzere çeşitli silah türleriyle sivil altyapıya, konut binalarına ve ambulanslara ayrım gözetmeksizin ateş ettiğini” söyledi.

Yorum:

Ukrayna ordusunun 6 Ağustos’ta gerçekleştirdiği sürpriz saldırı, sansasyonel ve dönüm noktası niteliğinde bir olay olup birçok hususun üzerinde durmamızı gerektirmektedir ki bunlardan bazıları şunlardır;

- Bu geniş ve güçlü saldırının, doğrudan yönlendirilmiş olmasa da Batı’nın, özellikle de Amerika'nın onayı olmadan mümkün olamayacağı kabul edilmelidir ancak prensip olarak Amerika’nın böyle bir saldırıya itirazı yoktur; bu ise Beyaz Saray sözcüsünün lisanı üzerinden şöyle ifade edilmiştir: “Bu bir savaştır…”

- Geçen yıl Ağustos ayında Ukrayna’nın karşıt saldırısının başarısızlığa uğramasının, ABD’nin bu savaştan istediklerinin çoğunu elde etmesinin ve yaklaşan ABD başkanlık seçimlerinin ardından ABD yönetimi, savaşı durdurma ve iki tarafı müzakere masasına oturtma eğilimine girdi.

- Kiev müzakere masasına oturmayı kabul etmedi; çünkü Ukrayna yakinen biliyordu ki bu savaşın kurbanı olmuş, bu savaştan hiçbir şey elde edememiş, bilakis tam tersine Ukrayna harap olmuş, milyonlarca insanı ülkeyi terk etmiş ve durumu da iç acısıdır. Ancak buna rağmen Ukrayna liderliği, finansörü ve koruyucusu olan ABD’yi reddedemez. Zira Kiev, Ukrayna’nın ruhunun Batı’nın, özellikle de Amerika'nın desteğine bağlı olduğunu biliyor; bu yüzden manevra yapmayı tercih etti ve efendi Amerika’nın, zaman elverdiği sürece manevralara hiçbir itirazı yoktur.

- Aynı şekilde Ukrayna rejimi ve liderliği, Trump’ın Beyaz Saray’a gelişinin ne kadar tehlikeli olduğunu çok iyi biliyor; zira Trump, iki tarafı müzakerelere oturtacağını ve bu dosyayı bitirmek için çalışacağını açıkça beyan etmiştir. Müzakereler için masaya oturmaları halinde bu, Ukrayna'nın kaçınılmaz olarak kaybedeceği anlamına gelmektedir; zira Kore modelinde olduğu gibi (Rusya yanlısı doğu Ukrayna ve Batı yanlısı batı Ukrayna) şeklinde tüm bölgeler Ukrayna’nın elinden çıkacaktır.

Yukarıdakilerden Ukrayna’nın neden Rusya topraklarına bu ani askeri saldırıyı başlattığı anlaşılabilir; yani işgal altındaki topraklar karşılığında işgal edilmiş topraklar ve Ukrayna'nın zorlanması durumunda istemediği müzakerelerde bir baskı kartı olarak kullanması gibi yeni bir gerçeklik meydana getirmek için ve yine aynı şekilde belki de Rus ayısını, öngörülebilir gelecekte müzakere masasına oturmayı reddedecek şekilde kışkırtmak için de olabilir. Zira Washington Post, Katar’ın Rus ve Ukraynalı tarafları müzakere masasına getirip iki buçuk yıldır devam eden savaşı sona erdirme girişimini Rusya’nın yalanladığını, yani bunun mümkün olabileceğini sızdırdı.

Dikkat çekici olan Rusya’nın aşırı zayıf olmasıdır; zira iki hafta içinde Ukraynalılar, Rusya’nın 2024’te Ukrayna’dan işgal ettiği alana eşdeğer 1.500 kilometrekareden fazla alanı işgal etti, aynı şekilde 200 bine eş değer Rus vatandaşı kaçtı. Ayrıca Belgorod, Frong ve benzerleri gibi diğer komşu Rus bölgeleri için de bir tehdit olup Rus ordusu toprağını ya da sakinleri koruyamadı, aksine birçoğu öldürüldü, yaralandı ve esir alındı.

Sonuç olarak dünya, adaletle hükmeden, böylece huzurlu olan ve insanları mutlu eden İslam ümmetin Halifeleri gibi İslam’ın ve hakikatin yolunu görmeyen liderler tarafından yönetildiği sürece her taraftan kaynamaya devam edecektir.

Allah’ım, çıkış yolunu ve vaat ettiğini nusretini çabuklaştır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Muhammed Et-Tamîzî

Devamını oku...

Suçlu Amerika, Gazze Soykırımının Sonu Gelmeyen Ateşkes Müzakereleri Yoluyla Döndürülmesi Ve İran’dan Gelmeyen Tepki!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Suçlu Amerika, Gazze Soykırımının Sonu Gelmeyen Ateşkes Müzakereleri Yoluyla Döndürülmesi Ve İran’dan Gelmeyen Tepki!

Aksa Tufanı ve Gazze Savaşı, geçtiğimiz yüzyılın üçüncü on yılının başlarında Osmanlı Hilafetinin yıkılmasının ardından Batı’nın İslam coğrafyasında oluşturduğu sömürge arenasında eşi benzeri görülmemiş stratejik bir deprem oluşturdu. Zira Aksa Tufanı, İslam coğrafyasının kalbinde, sömürgeci Batı’nın Yahudi varlığının temsil ettiği en tehlikeli stratejik üssüne karşı İslam ümmetinin evlatlarının başlattığı neredeyse ilk gerçek savaştır; zira Yahudi varlığının görevi, sömürgeci Batı’nın durumunu korumak için bir üs olmak, Müslümanların birliğini engellemek için kaçınılmaz bir gerçeklik olarak ulusal sömürge devletçiklerinin temsil ettiği parçalanmışlığı ve dağılmışlığı pekiştirmek ve yerleştirmek, Allah’ın indirdikleriyle olan yönetimi yeniden tesis etme konusundaki Müslümanların hayati meselesine yönelik çabaları dinamitleyip yok etmek, değişim ve sömürgeci kâfirden kökten kurtulma pusulasını tahrif etmektir.

Aksa Tufanı, Yahudi varlığının askeri gücüne ilişkin örülen tüm efsaneleri yıkıp yerle bir eden son derece yıkıcı bir deprem olmuştur; zira birkaç saat içerisinde yüzlerce mücahit, birkaç hafif silahla demir duvarı deldikten sonra Gazze Şeridi’ni çevreleyen kasabalara saldırdılar, işgal ordusundan seçkin askerlerden oluşan bir taburu ezip geçtiler, yerleşim yerlerinin tamamını kontrol altına aldılar, işgalcinin araçlarını, zırhlı araçlarını ve tanklarını yaktılar, onlarca subayını, askerini ve yerleşimci sürüsünü esir aldılar, askeri ve siyasi düzeyde varlığı saran panik, şok ve felç halinin ortasında hassas askeri ve casusluk verilerinin çoğuna el koydular. Nitekim stratejik deprem, çatışmayı ilk gerçekliğine geri döndüren ve Batı ile olan savaşın doğasının varoluşsal bir savaş olduğunu ortaya çıkaran medeniyet geçmişiyle daha da şiddetlendi; zira Batı medeniyetin doğası, onu tüm Batı’nın savaşı haline getirdiği gibi Batı’nın en önemli öncelikleri haline getirmiştir. Bununla birlikte Rusya-Ukrayna savaşı ciddiyetine rağmen marjinal bir hale gelmiştir; böylece Amerika’nın Çin ve Rusya ile karşı karşıya kaldığı büyük stratejik zorluklara rağmen İslam ve bölgesi, hadari bir alternatif ve en büyük stratejik tehdit olması nedeniyle Batı’nın birincil meşgalesi haline geldiği apaçık ortaya çıkmıştır.

Buna göre Amerika’nın liderlik ettiği tüm Batı, bir üs olan varlığı ve mevcut sömürgeci durumu savunmak ve Aksa Tufanının oluşturduğu yakıcı medeniyet durumunu söndürmek için bir araya geldi ve Batı, sömürgeci hareketini “gaspçı varlığın kendisini savunma hakkı vardır” yalanıyla ambalajladı; böylece Batı’nın askeri, mali ve güvenlik desteği ve yardımıyla birlikte Batı’nın ve Yahudi varlığının Gazze’ye yönelik savaşı için uluslararası siyasi destek de seferber edildi. Bunun üzerine Amerika, stratejik depremin Batılı stratejik bir felakete ve korkutucu bir medeniyet gelişimine dönüşmemesi için savaş alanını kontrol altına almaya ve genişlemesini önlemeye hırs gösterdi; bu yüzden Amerika, ajanlarını, yardakçılarını ve uzantılarını, savaş bölgesini çevrelemenin ve sömürgeci çıkarlarına düşman olan her türlü harekete karşı koymanın yanı sıra onları, Gazze halkına yönelik savaşında kendi üssü olan varlığı desteklemeye zorladı.

Nitekim Batı, sömürgeci stratejik üssünün çöküşünü önlemek ve medeniyet durumunu ve bunun bölge ve dünya üzerindeki yansımalarının tehlikesini ortadan kaldırmak için tüm siyasi, askeri, güvenlik ve mali ağırlığı ve Haçlı nefretiyle müdahalede bulundu ve böylece bu, Batı’nın Haçlı seferlerinin vahşeti ve barbarlığı konusundaki geçmişini yeniden canlandırdığı benzersiz bir vahşet ve barbarlık oldu. Zira Gazze savaşı, mevcut yüzyıl için ertelenmiş bir Haçlı savaşı olup Batı ise alternatif olarak İslami bir hadarat projesine sahip olan İslam ümmetine, sömürgeci Batı’dan kurtulmanın bedelinin yok edilmek olduğunu ifade eden bir mesaj vermek istemektedir. Sonra Amerika ve Batı ülkeleri, kendi üsleri olan Yahudi varlığının kendisini savunma hakkı olduğu kılıfı altında Haçlı savaşlarını planladılar ve soykırımı gerçekleştirmek, medeniyet durumunu ortadan kaldırmak ve savaşı, şok, şaşkınlık ve felç durumu oluşturarak birkaç haftayı geçemeyecek şekilde günler içinde bitirmek için Yahudi varlığına tüm maddi araçları temin edip desteklediler; çünkü zaman, Gazze’nin yok edilmesi gibi Haçlı imha savaşında birincil düşman olma zamanıydı.

Ancak Gazze savaşının gidişatı Washington ve Batı’nın beklentilerinin tersi yönünde ilerledi; zira savaşın süresi uzadı, haftalar aylara dönüştü ve işte Gazze savaşı on birinci ayına girdi. Bununla birlikte, savaşın maliyeti ve zaten tükenmiş ve iflas etmiş olan Amerikan bütçesi üzerindeki yükü nedeniyle stratejik çıkmaz, askeri bataklık ve ekonomik yıkım daha da büyüdü ve kötüleşti. Başkanlık seçimlerinin gergin ve baskıcı koşulları göz önüne alındığında Amerika’nın iç bölünmesi, onun uyumsuz siyasi akımları ve siyasi bölünmeyle birlikte bir politika haline gelen Amerikan dış politikası patladı ve böylece Amerika, siyasi, ekonomik ve medeni bir çıkmaz durumu içindeyken durumun kontrolden çıkmasından ve kendisini tüketecek bir savaşa girmekten korkmaya başladı. Zira Batı’nın siyasi iç yapısı parçalandı ve savaş sırasında siyasetçilerinin ve askerlerinin bölünmeleri onun yıkımı için bir balyoz haline geldi. Çünkü Gazze savaşının uzamasıyla birlikte Batı’nın ve üssü olan varlığın krizi daha da kötüleşti ve Gazze savaşının belirsiz ve gerçekleştirilemez hedefleri ve mücahitlerin ve halkının efsanevi akidevi kararlılığı nedeniyle Gazze savaşını bitirmenin zorluğu hakkında varlığın yöneticileri ile Washington'daki yönetim arasında gerginlikler ortaya çıktı.

Böylece Batı’nın ve onun üssü olan varlığın stratejik çıkmazı daha da kötüleşti; nitekim tüm bu barbarlık ve vahşetin, Gazze Şeridi’nin alanının Filistin topraklarının yaklaşık %1.33’nü oluşturan bir karış toprağa ve düşmanının maddi güç nedenlerinin çok azına sahip olan inançlı mümin bir gruba karşı olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla bu vahşi ve barbar savaş, medeniyet, siyasi ve askeri olarak Amerika ve Batı’nın yanı sıra kendi üssü olan Yahudi varlığının alçaklığını açığa çıkarıp ifşa etmiş ve savaşın uzaması ve onların vahşetlerinin ve barbarlıklarının devam etmesi hem Amerika'nın uluslararası konumu hem de liderlik ve medeniyet krizi üzerinde feci yansımaları olan stratejik bir ikilem haline gelmiştir.

Bunlardan daha da tehlikelisi, (Amerikan sokaklarında ve üniversitelerindeki ayaklanmalar gibi) kendi içini vuran ve felsefi ve medeni yapısının iskeletlerini sarsan devasa medeniyet dalgasıdır.

(Gazze’nin daha süt emen ve prematüre bebeklerinin, çocuklarının, kadınlarının, yaşlılarının, hastalarının ve yaralılarının katledilmesine, evlerin, camilerin, okulların ve mülteci kamplarının bombalanmasına ve esirlerin öldürülüp işkence edilerek canlı olarak gömülmesine yönelik korkunç sahneler, yaklaşık bir yıl boyunca Batı silahları, Batı’nın askeri desteği ve Batılı siyasi örtüyle yapılan bu katliamlarının sonunun gelmemesi gibi) Gazze’nin imha edilmesi yüzünden Amerika ve Batı, liderlik krizi ve Batılı medeniyet modelinin yankılanan çöküşü nedeniyle ciddi kan kaybı yaşamaktadır; dolayısıyla Batı medeniyetinin bu rezaletinin, hadari olarak son derece patlayıcı ve (Şam devrimi ve onun alevlerine yeniden geri dönmesi nedeniyle) zaten alevli olan bölgede ciddi yansımaları olacaktır.

Amerika ve Batı’nın, Gazze savaşının barbarlık ve vahşetini örtbas etmeye ve Gazze soykırımını yoğun bir siyasi kurnazlıkla yüzdürüp döndürmeye ihtiyacı vardır; dolayısıyla Washington'un politikası, zehirli ateşkes yöntemi ve müzakere maratonları, soykırımın devam etmesi için zaman kazanmak için olduğu gibi bununla birlikte Amerika ile Yahudi varlığı arasındaki gerilimleri abartan yoğun medya pompalaması ve tekrarlanan analizler de Amerika’nın Gazze soykırımından sıyrılma ve onu Yahudi varlığına yapıştırma girişimi içindir. Bu yüzden Washington, Sisi rejimini, Katar Şeyhi’ni ve Erdoğan'ı müzakereleri yönetmek ve döndürmek için görevlendirmiştir. Dolayısıyla doğrudan Doha ve Kahire toplantıları ile perde arkasından yapılan Ankara toplantıları, Batı'nın ve onun aşağılık varlığının içinde bulunduğu ölümcül çıkmazdan belki bir çıkış yolu bulmak için zaman kazanmaya yöneliktir. Bu yüzden Kahire ve Doha’da müzakere turları devam etmekte ve buralarda Gazze katliamı ele alınmaktadır; yani Kahire, Katar ve Ankara rejimleri, sonu gelmeyen zehirli ABD ateşkes müzakereleri yoluyla Gazze’nin yok edilmesini döndürmek için görevlendirilmiş olup siyasi sahne, kamuoyunun dikkatini Gazze halkının kan ve ceset parçalarından oluşan denizden uzaklaştırmak için bu tür müzakerelerle doldurulmaktadır. Dolayısıyla Amerika’nın zehirli ateşkesleri ve sonu gelmeyen müzakereleri, Amerika’nın Gazze soykırımını döndürme ve bunun devam etmesi için zaman kazanma politikasıdır; zira Gazze soykırımını durdurmaya yönelik tüm projeleri baltalayan ve BM Güvenlik Konseyi'ndeki vetosunu defalarca kullanarak soykırımın durmasına karşı çıkan bizzat Amerika'dır. Dolayısıyla bu, ABD’nin zehirli ateşkes müzakerelerinin siyasi yönü, kurnazlığı ve entrikası ile ilgilidir.

Askeri açıdan olana gelince; İran’ın Lübnan, Irak ve Yemen’deki araçlarını, yandaşlarını ve uzantılarını harekete geçirme kötülüğünün bizzat Tahran’daki Molla rejimiyle son bulması, orduların hareketini etkisiz hale getirmek, ufukları dolduran yardım çağrılarını geri püskürtmek, savunmasız Gazze halkına malzeme tedarik etme, destekleme ve yardım etme aldatmacasını hayata geçirmek ve onların tam bir siyasi, askeri ve stratejik belirsizlik içinde olmadıklarını ve onların kafire terk edilmediklerini göstermek içindir. Ayrıca bu habis askeri hareketler, Gazze’nin bir karış toprağına saplanıp askeri skandalı yankılanırken Yahudi varlığının aşağılanması ve hor görülmesi skandalını örtbas etmek ve varlığı yeniden birçok cephede savaşan bir savaşçı olarak tasvir etmek içindir. Dolayısıyla molla rejimi, adeti olduğu üzere (Amerika’nın Irak ve Afganistan’ı işgal etmesine yardım etmek, ABD’nin bölgedeki askeri yığınakları ve üsleri için bahaneler oluşturmak ve Müslümanlar arasında mezhepsel anlaşmazlık tohumları ekmek yoluyla) Lübnan, Yemen ve Irak’taki yandaşları ve uzantılarıyla büyük şeytanına ve sömürgeci Amerika’nın bölgedeki projelerine yardım etmektedir. Böylece Tahran’daki molla rejimi, lakırdıları ve içi boş tehditleriyle ve gelmeyen bir tepkiyle Gazze soykırımını yönetmektedir. Şayet bir tepki gelse de bu, sömürgeci Amerika’nın bölgedeki politikasına ve kendi üssü olan Yahudi varlığının güvenliğine hizmet etmek için Amerika’nın belirlemesine ve Washington’un zamanlamasına göre olacaktır.

İşte bu suçlu Amerika, İslam ve halkı karşısında stratejik ve medeniyet çıkmazıyla tükenmiş ve elinde vahşet ve barbarlıktan başka bir şey kalmamıştır. Bu yüzden Gazze bugün onun arenası olup Mısır, Katar, Türkiye, İran ve onun Lübnan’daki yandaşları ve uzantıları, Yemen ve Irak’taki hain ve utanç verici rejimler de, Amerika’nın barbarlığını gerçekleştirmek ve Gazze soykırımını döndürmek için kullandığı araçlarıdır. Yani bu ajan rejimlerin iplerini elinde tutan ve onları kendi sömürgeci çıkarlarına hizmet edecek şekilde harekete geçiren bizzat suçlu Amerika’dır.

O halde Müslüman ordular, küfrün iplerini kesmek, hain ve utanç verici tahtları yıkmak, ümmeti onların şerlerinden kurtarmak ve İslam’a yardım etmek, onun Hilafetini kurmak ve tüm topraklarını Haçlıların ve onların gazaba uğramış köpeklerinin pisliklerinden kurtarıp temizlemek amacıyla Rabbani ve bilinçli muhlislerin nidasına ve yardım çağrısına cevap vermek için harekete geçmeyecek mi? وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ   “Sizden din konusunda yardım istediklerinde yardıma icabet etmeniz sizin üzerinize vaciptir.” [Enfal 72]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Münâcî Muhammed

Devamını oku...

Bangladeş Başbakanının İstifası ve Yurtdışına Kaçışı

Soru Cevap

Bangladeş Başbakanının İstifası ve Yurtdışına Kaçışı

Soru:

5 Ağustos 2024 tarihinde Bangladeş Başbakanı’nın, geçen ayın başından bu yana kamu sektöründeki kota sistemine karşı düzenlenen protestoların ardından istifa edip ülkeden kaçtığı açıklandı. İktidar partisi destekçilerinin protestocularla çatışması nedeniyle geçen ayın ortasından itibaren protestolar kana bulandı. Ordu yönetime el koyduğunu açıkladı ve ülkenin cumhurbaşkanı da parlamentonun feshedildiğini ve geçici bir hükümet atandığını duyurdu. Bu protestolar planlı mıydı? Ordu, bir anlaşma çerçevesinde mi müdahale etti? Konunun ülkedeki uluslararası çatışmayla bir bağlantısı var mı?

Cevap:

Yukarıdaki sorulara net bir cevap verebilmek için aşağıdaki hususlara bir göz atmak gerekiyor:

1- Bangladeş bir Müslüman ülkesi olup 13. yüzyılın başlarında Müslümanlar, Gurlu Muhammed ya da Muhammed Guri’nin 1192 yılı sonlarında kuzey Hindistan’ı da kapsayan seferi sırasında Bengal ülkesini fethettiler... Yaklaşık 171 milyonluk nüfusuyla dünyanın en kalabalık sekizinci ülkesi olan Bangladeş, Güney Asya’da yer almakta olup Myanmar ve Hindistan’a komşudur. Nüfusunun yüzde 90’ından fazlası Müslüman’dır ve ülkenin resmi dini İslam’dır. İngiltere’nin böl ve yönet politikasının bir parçası olarak, İngiliz ajanı Şeyh Mucibur Rahman başkanlığındaki Doğu Pakistan merkezli Awami Birliği, 1971 yılında Pakistan’la yapılan savaşın ardından İngilizlerin de desteğiyle Pakistan’dan bağımsızlığını ilan etti.

2- Bangladeş Başbakanı Hasina, ülkenin kadim sömürge gücü olan İngiltere ajanlığını, aile üyeleriyle birlikte 1975 yılında darbeci subaylar tarafından idam edilen babası Bangladeş Başbakanı ve Awami Partisi lideri Mujibur Rahman’dan devraldı. Hasina, darbe sırasında yurt dışında olduğu için kurtuldu. 1981 yılında ülkesine dönmesine ve siyasi faaliyetlerde bulunmasına izin verilene kadar İngiltere’de yaşadı. İlk olarak 1996-2001 yılları arasında daha sonra da 2009’dan günümüze değin başbakan olarak görev yaptı. Bu yılın başlarında yapılan seçimlere hile karıştırmakla suçlanıyor. Partisi Awami Birliği’nin oluşturduğu mecliste ezici çoğunluk elde etti. 300 üyeli mecliste, 233 sandalye kazandı, müttefiki bir parti de 9 sandalye kazandı. Diğer partiler ise seçimleri boykot ettiler ve göstermelik olarak nitelendirdiler. ABD de eleştiride bulundu. Ancak Hasina rejimi, resmen zaferini ilan etti!

3- Hasina, iktidarı boyunca Amerikan ajanlarına darbe vurmak ve İngilizlerin ordu, siyasi ortam, yargı ve diğer kurumlardaki etkisini konsolide etmek için çalıştı. Muhalefet partisi lideri ve BNP genel başkanı Halide Ziya ile rekabet halindeydi. Halide Ziya, Amerikan ajanlığını 1977’de iktidara gelen ve 1981’de İngiliz ajanları tarafından suikasta uğrayan kocası General Ziyaur Rahman’dan devraldı. Eşi Halide Ziya, 1991-1996 ve 2001-2006 yılları arasında iki dönem başbakanlık yaptı. Daha sonra yolsuzluk ve nüfuz ticareti suçlamalarından cezaya çarptırıldı. Halide Ziya ve son gösteriler sırasında tutuklananlar, Hasina’nın 5 Ağustos 2024 tarihinde ülkeden kaçmasının ardından serbest bırakıldılar. Dolayısıyla Bangladeş’te, güçlü bir etkiye sahip olan eski sömürgeci güç İngiltere ile yeni sömürgeci güç Amerika arasında uluslararası bir çatışma söz konusu. Amerika, ajanı General Ziyaur Rahman’ın 1977’de iktidarı ele geçirmesinin ardından ordu içinde devşirdiği ajanlar ile bir nüfuz yarattı. Ayrıca General Ziya’nın eşi ve Bangladeş Ulusal Partisi (BNP) başta olmak üzere siyasi çevrede de ajanlar devşirdi. Ancak yine de baskın olan nüfuz, İngiliz nüfuzudur.

4- Hasina ve hükümeti, İslam’ı yeniden iktidara getirmek için çalışanlara savaş ilan etti. Çünkü Hasina laiktir, partisi de seküler ve milliyetçi bir yapıya sahiptir. Siyasi olarak ise, İslam’a ve yeniden iktidar sahnesine dönüşüne karşı savaş ilan eden Batılı sömürgecilerin bir uydusuydu. Hasina, Raşidi Hilafetin kurulması yoluyla İslam’ı yeniden iktidara getirme çağrısında bulunması nedeniyle 22 Ekim 2009 tarihinde Hizb-ut Tahrir’i yasakladı. Oysa Hizb-ut Tahrir, ideolojisi İslam olan, maddi eylemleri bir metot olarak benimsemeyen, siyasi mücadele ve fikri çatışma yürüten bir siyasi partidir. Diğer dört İslami grubu da yasakladı. Hizb-ut Tahrir ve diğer grupların birçok üyesini hapse attı ve bazı İslamcı liderleri idam etti. “Hasina Vecid, 2013 yılında Cemaat-i İslami’ye karşı siyasi tasfiyelere başladı. Bu grubu, Bangladeş’in bağımsızlığını reddettikleri gerekçesiyle savaş suçlusu ilan ederek hedef aldı. Ancak asıl amaç, İslami hareketi ortadan kaldırmaktı. Tutuklanan Cemaat-i İslami’nin önde gelen yedi lideri ya idam edildi ya da hapishanede hayatını kaybetti. Bu liderlerden beşi asılarak idam edildi, ikisi ise idam edilmeden önce hapishanede hayatını kaybetti...” (6.8.2024. https://alestiklal.net/) Hasina İslam’a, İslam’ın yeniden iktidara gelmesine ve Müslümanların tek bir devlet altında birleşmesine çağıranlara karşı çok büyük düşmanlık ve nefret besledi. 1971’de İngiltere ve Hindistan’daki ajanlarının desteğiyle Pakistan’ın doğu bölgesini (Bangladeş) Batı bölgesinden ayırarak büyük bir ihanet işleyen babasının kurduğu laik bir partinin başına geçti.

5- Bangladeş, ciddi ekonomik krizler yaşıyor, çünkü kalkınmış değil ve yabancı siyasi ve ekonomik güçlere bağımlılığı söz konusu. Tahminlere göre ülkede iş arayan yaklaşık 18 milyon genç var. Üniversite mezunları arasında daha az eğitimli akranlarına göre işsizlik oranları daha yüksek. 15-24 yaş arası gençlerin yüzde 40’ından fazlası ne okula gidiyor ne de çalışıyor. BBC, 5 Ağustos 2024 tarihinde Bangladeş’in ekonomik durumu hakkında röportajlar yayımladı. Londra Ekonomi Okulu’nda (London School of Economics) misafir öğretim üyesi görevlisi Lutfi Siddiki, “Bangladeş’te rejim değişikliği ekonomik açıdan kaçınılmazdı. Olup olmayacağı değil, ne zaman olacağı meselesiydi. Şeyh Hasina hem hükümeti yönetme hakkını hem de gücünü kaybetmiş görünüyor. Yakında bunu yapacak kaynakları da tükenecek. Bangladeş, ekonomik bir çöküşün eşiğinde.” dedi. Hasina hükümetinin, ülke ekonomisini ve kaynaklarını başta İngiliz, Amerikan, Çin ve Hint şirketleri olmak üzere yabancı şirketlere ipotek ettiği, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası gibi Amerika’nın kontrolündeki kurumların yanı sıra Çin’in Asya Kalkınma Bankası’ndan ağır şartlar altında faizli kredilere bağımlı hale geldiği biliniyor. Bu da Bangladeş’teki durumun çok kritik ve patlamanın eşiğinde olduğu anlamına geliyor.

6- Bangladeş, 1 Temmuz 2024’ten itibaren kamu sektöründeki istihdam kotasına karşı öğrenci protestolarına tanık olmaya başladı. Protestolar, kamu sektöründeki istihdamın yaklaşık yüzde 56’sını belirli gruplara tahsis eden ve başbakan ile yandaşlarının, akrabalarını ve destekçilerini işe almak ve muhalifleri haklarından mahrum etmek için istismar ettiği kamu sektöründeki kota sisteminin kaldırılmasını hedefliyordu... İstihdam edilen bu belirli gruplar arasında, “babası ve çocuklarıyla birlikte” 1971’de İngiltere ve Hindistan’daki ajanlarının desteğiyle Pakistan’ın doğu bölgesi ile (Bangladeş) Batı bölgesi arasında yaşanan ayrılık savaşı ihanetine katılanlar da yer alıyordu. İşte protestoların başlamasına neden olan kota sistemi buydu. Öğrenciler, işe alımların diğer hususlara göre değil liyakate göre yapılmasını talep ediyorlardı. Bu protestolar bu sistemin iptal edilmesinde etkili oldu ve Bangladeş Yüksek Mahkemesi 21 Temmuz 2024 tarihinde getirilen kota sistemi kararının hukuka aykırı olduğunu ilan etti. Ancak bu karar, protestocuları susturmaya yetmedi. 16 Temmuz 2024’te, Dakka’da Hasina partisi yandaşları bazı öğrencilerin, sopalarla protestoculara saldırmaları ve taş atması sonucu protestolarda ilk can kaybı yaşandı.

7- Hasina hükümeti, protestoları durdurmak için ülke genelinde okulların ve üniversitelerin kapatılması talimatını verdi. Hasina, öğrencileri sükûnet çağrısında bulunan açıklamalar yaptı ve protestolarda yaşanan her ölümün mutlaka cezalandırılacağı sözünü verdi. Ancak Hasina’nın açıklamalarını reddeden protestocular, özellikle Hasina’yı hedef alarak “kahrolsun Diktatörlük” sloganları attılar. Bangladeş devlet radyo binası ile onlarca diğer devlet binasını ateşe verdiler. Hükümet ise internet hizmetlerini kesti. Protestolar gittikçe şiddetlenmeye ve her geçen gün ölü ve yaralı sayısı artmaya başladı. Tüm ülkede sokağa çıkma yasağı ilan edildi ve askerler konuşlandırıldı. Polis, göstericilere ateş açtı ve göz yaşartıcı gaz kullandı. 19 Temmuz 2024 akşamı 105 kişinin öldüğü duyuruldu. Bangladeş Hükümet Sözcüsü Nayimul İslam Han “Hükümet sokağa çıkma yasağı uygulamaya ve sivil yetkililere yardımcı olması için orduyu göndermeye karar verdi” açıklamasında bulundu. (19.07.2024 AFP) Protestoları bastırmak amacıyla telekomünikasyon, haber kanalları ve bazı cep telefonu hizmetleri kesildi. Protestocular 19 Temmuz 2024 tarihinde bir hapishaneyi basarak yüzlerce mahkûmu serbest bıraktılar ve ardından binayı ateşe verdiler. AFP’nin polis, hükümet yetkilileri ve doktorların açıklamalarına dayandırdığı haberine göre, Bangladeş’teki protestolarda ölenlerin sayısı 409’a ulaştı. Olaylar, çoğu kişiyi işsiz bırakan kamu sektöründeki istihdam sistemine karşı öğrencilerin spontane başlattığı protestolar gibi görünüyor. Protestolar sadece öğrencilerle sınırlı kalmadı, toplumun her kesiminden insanlar da protestolara katılmaya başladı ve sayıları yaklaşık 400.000’i buldu. Bu gösteriler, Hasina’nın 15 yıllık otokratik yönetimine karşı eşi benzeri görülmemiş bir meydan okuma ve tehdit olarak değerlendirildi.

8- 5 Ağustos 2024 tarihinde Bangladeş Genelkurmay Başkanı General Waker-Uz-Zaman, Hasina’nın istifasının ve ülkeden kaçışının ardından tüm sorumluluğu üstleneceğini ve geçici bir hükümet kurulacağını açıkladı. Devlet Televizyonunda yayınlanan ulusa sesleniş konuşmasında “Tüm mağduriyetlerin giderileceğine dair size söz veriyorum” ifadelerini kullandı. Waker-uz-Zaman, “Ülke çok acı çekti, ekonomi zarar gördü ve çok sayıda insan öldü. Artık şiddeti durdurmanın zamanı geldi” diye konuştu. (05.08.2024 AFP) General Waker-uz-Zaman bir piyade subayıydı. Geçtiğimiz haziran ayında genelkurmay başkanlığına atandı ve uzaktan akrabalıkları nedeniyle Hasina’nın güvenini kazandı ve ofisinde danışman olarak çalıştı. Kayınbabası, Hasina’nın ilk başbakanlığı döneminde 1996-2001 yılları arasında genelkurmay başkanlığı yaptı. Waqar uz Zaman, İngiltere’de askeri eğitim aldı. Bangladeş Ulusal Üniversitesi ile Londra’daki King’s College’dan savunma çalışmaları alanında yüksek lisans derecesine sahiptir. Bu da onun, Bangladeş’teki nüfuzunu korumak için yönetimi ele geçirmesi talimatı veren İngiltere yanlısı Hasina rejiminin bir parçası olduğunu, ülkede kalmasının krizi daha da derinleştireceğinden ve daha fazla kan akmasına neden olacağından hayatını kurtarması için ülkeyi terk etmesi konusunda Hasina ile anlaşmaya varıldığını doğruluyor. Ardından ordu, durumu yatıştırmak için göstericilere yakınlaşmaya çalıştı. Bu nedenle iktidara el koymadan bir gün önce protestolar düzenlenmesine izin verdi. Protestocuları yatıştırmak ve onlara yakın olduğunu göstermek için protestoculardan herhangi birine ateş açılmasını yasakladı.

9- Genelkurmay Başkanı General Waqar uz Zaman, ülkenin kontrolünü ele geçirdiğini açıkladığında, mümkün olan en kısa sürede geçici bir hükümet kurulacağına dair söz verdi. Önde gelen muhalefet partileri ve sivil toplum temsilcileriyle görüşmeler yapacağını ancak Hasina’nın partisi Awami Birliği’nin bu görüşmelere dahil edilmeyeceğini belirtti. Bangladeş Cumhurbaşkanı, sinsi İngiliz siyasetinin bir parçası olarak, Amerika’yı memnun etmek ve önünü kesmek amacıyla 07 Ağustos 2024 tarihinde geçiş hükümetinin başına Nobel Barış Ödülü sahibi Muhammed Yunus’un getirileceğini duyurdu. Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamada, “Yunus başkanlığında bir geçiş hükümeti kurulması kararının Cumhurbaşkanı Muhammed Şihabuddin’in Bangladeş ordusu kuvvet komutanları ve ‘Ayrımcılığa Karşı Öğrenciler Grubu’ temsilcileri ile yaptığı toplantının ardından alındığı bildirildi. Açıklamada, “Cumhurbaşkanının, halktan krizin üstesinden gelinmesine yardımcı olmalarını istediği ve krizin üstesinden gelebilmek için hükümetin hızlı bir şekilde kurulması gerektiği” kaydedildi. (07.08.2024 AFP) Bunun üzerine Avrupa’da bulunan 84 yaşındaki Muhammed Yunus, geçici hükümetin başkanlığını devralmaya hazır olduğunu duyurdu. Böylece ajanı Hasina, protestoların baskısı altında askeri helikopterle Hindistan’a kaçtıktan sonra İngiltere, kendi yıkılışını önlemek ve nüfuzunu korumak için hemen harekete geçti. Ve hükümet ve parlamentonun feshedildiğini, genelkurmay başkanının kontrolü ele aldığını, bir sonraki parlamento seçimlerine ve yeni seçilmiş bir hükümet kurulana kadar geçici hükümetin başına Muhammed Yunus gibi yaşlı bir Amerikan ajanının getirildiğini duyurdu. Böylelikle İngiltere, Hasina’yı sınır dışı ederek protestocuları yatıştırmaya ve gibi ABD yanlısı birini hükümetin başına getirerek Amerika’yı memnun etmeye çalıştı. Eski ABD Başkanı Bill Clinton, Nobel Ödülü’ne layık görüldüğü için Muhammed Yunus’a övgüler dizmişti: “Profesör Muhammed Yunus ve sahibi olduğu Grameen Bankası, 2006 yılında öncü çalışmalarından dolayı Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüştü... ABD Başkanı Bill Clinton, Nobel Ödülü’nün Muhammed Yunus’a verilmesinin en güçlü savunucularından biriydi. Başkan Clinton, 2002 yılında Berkeley’deki California Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmada Yunus’u “uzun zaman önce Nobel Ödülü’nü kazanmış olması gereken bir insan” olarak tanımladı. (06.08.2024 https://www.algomhor) Hasina ise, Yunus’a savaş açmıştı. Bu bağlamda 1 Ocak 2024’te Bangladeş’te bir mahkeme, Nobel Barış Ödülü sahibi Muhammed Yunus’u ülkenin çalışma yasalarını ihlal ettiği gerekçesiyle altı ay hapse mahkûm etti. “Başsavcı Khurshid Alam Khan Pazartesi günü AFP’ye davayla ilgili olarak yaptığı açıklamada, Nobel Barış Ödülü sahibi Muhammed Yunus’un Bangladeş’in çalışma yasalarını ihlal etmekten suçlu bulunduğunu söyledi. Yunus’un destekçileri ise davanın siyasi amaçlı olduğunu düşünüyor... AFP’ye konuşan Alam Khan, Yunus ve arkadaşlarının iş kanunları uyarınca suçlu bulunduklarını ve altı ay hapis cezasına çarptırıldıklarını belirterek, temyiz aşamasında kefaletle serbest bırakıldıklarını ifade etti... Aralarında eski ABD Başkanı Obama ve eski BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon’un da bulunduğu 160 uluslararası isim, Yunus’a yönelik devam eden yargısal baskıları kınayan, güvenliği ve özgürlüğü hakkında endişelerini dile getiren ortak bir açık mektup yayınladı...” (01.01.2024 Şarku’l Avsat) Görüldüğü gibi Muhammed Yunus, Amerika’nın razı olduğu biriydi. İngiliz sinsiliği, Hasina’yı görevden uzaklaştırarak protestoları bastırmayı, yaşı çok ilerlemiş ABD yanlısı birini göreve getirerek Amerika’yı memnun etmeyi, Hasina kaçmadan önce olduğu gibi, genelkurmay başkanı aracılığıyla da Bangladeş’te iktidarın dizginlerini elinde tutmayı başardı!

10- Dolayısıyla Bangladeş’teki uluslararası çatışma halen devam ediyor... Şu veya bu sömürgeci bakış açısını benimseyen ve sömürgeci kâfirlerin çıkarlarına hizmet etmeye çalışan ajanlar, dünya ve ahirette kaybedenlerden olacaklardır... Dünyada zillet, günahlarından dolayı boyunlarını dolanacak. Ahirette ise, elem verici bir azap var.

سَيُصِيبُ الَّذِينَ أَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللهِ وَعَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ “Suç işleyenlere, yapmakta oldukları hilelere karşılık Allah tarafından aşağılık ve çetin bir azap erişecektir.” [Enam 124] Şayet akıllı olsalardı, başta İslam beldeleri olmak üzere her ülkede ya hapse atılan ya öldürülen ya da zelil bir şekilde ülkeden kaçmak zorunda kalan bu tür ajanların başına gelenlerden kesinlikle ders alırlardı... Ancak öncekilerden ders almıyorlar, aksine taşkınlıkları içinde serserice dolaşmaya devam ediyorlar! Neden Rablerine dönüp İslam dinine sımsıkı sarılmıyorlar? Neden İslam dinini, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdelediği Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devletinde ikame etmek için çalışanlara destek olmuyorlar? Ahmed ve Tayalisi’nin rivayet ettiği bir hadisi şerifte Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

ثُمَّتَكُونُخِلَافَةٌعَلَىمِنْهَاجِالنُّبُوَّةِ“Sonra Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır.” Akıllı olsalardı Rablerine döneceklerini kesinlikle bilirlerdi.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَذِكْرَى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ“Şüphesiz ki bunda kalbi olan yahut hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.” [Kâf 37]

H.11 Safer 1446
M.16 Ağustos 2024

Devamını oku...

Pakistan’dan Filistin’e... Ey Müslüman Silahlı Kuvvetleri! Günümüzün Selahaddin’i Nerede!

Pakistan hükümeti, geçmişte onlarca kez olduğu gibi, 11 Ağustos 2024’te Yahudi varlığının Gazze’de işlediği katliama yanıt olarak bir kınama açıklaması yayınlayarak sorumluluğunu “yerine getirdi”. 10 Ağustos 2024’te Yahudi varlığının, sabah namazı sırasında Doğu Gazze’deki et Tabiin Okulu’ndaki mültecilere düzenlediği saldırıda 100’den fazla Müslüman şehit oldu. Cesetlerin çoğunun kimliği tespit bile edilemedi. Ceset parçaları alışveriş poşetleriyle defnedildi. Nükleer silahlara sahip olan ve Yahudi işgalini birkaç saat içinde sona erdirebilecek olan dünyanın en güçlü Müslüman silahlı kuvvetlerinin komutanı ise “yüreğimiz kan ağlıyor” diyerek sorumluluğunu “yerine getirdi”. Genelkurmay başkanı, tüm ahlak ve ilkelerin ayaklar altına alındığı bu vahşete rağmen Washington’un diktesi dışında herhangi bir askeri operasyona girişemeyeceği için Pakistan silahlı kuvvetlerini Yahudi varlığının saldırganlığına misilleme yapmasını engelledi. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

رَضُوۡا بِاَنۡ يَّكُوۡنُوۡا مَعَ الۡخَوَالِفِ وَطُبِعَ عَلٰى قُلُوۡبِهِمۡ فَهُمۡ لَا يَفۡقَهُوۡنَ“Onlar geride kalan (kadın ve çocuk)larla birlikte olmaya razı oldular ve kalpleri mühürlendi. Artık onlar anlamazlar.” [Tevbe 87]

Yahudi varlığı ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Hindistan ve diğer İslam düşmanı ülkelerin sağladığı savaş uçakları, insansız hava araçları, tanklar ve diğer silahlar ile Müslümanların üzerine füze yağdırıyor. Ne hastaneler ne de okullar güvende değil, hedef alınıyorlar. Mülteci kampları da keza. Erkeklerden kadınlara, çocuklardan yaşlılara, ağaçlardan taşlara kadar hareket eden etmeyen her şey hedef alınıyor. Müslüman silahlı kuvvetleri ise, sanki kardeşleri, kız kardeşleri, anneleri, babaları, çocukları ve toprakları hedef alınmıyormuş gibi soykırımı izlemekle yetiniyorlar. Katliamlar sanki bizden milyonlarca ışık yılı uzakta, başka bir galakside yaşanıyormuş gibi izliyorlar. Ne orduları zapturapt altına alan zincirleri kırıyorlar ne de Müslüman askerlerin ve mücahitlerin cihat etmesini engellemek için hain otoritelerin verdikleri utanç verici emir komuta zincirinin dışına çıkıyorlar. Oysa Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

لَاطَاعَةَلِمَخْلُوقٍفِيمَعْصِيَةِالْخَالِقِ“Yaradana isyanda mahlukata itaat yoktur.” [Tirmizi] Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

إِلَّا تَنفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا أَلِيمًا وَيَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلَا تَضُرُّوهُ شَيْئًا وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ“Eğer Allah, yolunda sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir toplum getirir. Siz ise O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” [Tevbe 38]

Ey Müslüman Pakistan ordusu ve mücahitler! Şayet bu kadar çok sayıda Müslüman yerine birkaç hayvan öldürülmüş olsaydı, çarpık Batı dünya düzeni avazı çıktığı kadar bağırırdı. Müslümanların hayatı sudan ucuz, çünkü koruyucuları olan Raşidi Hilafetten yoksundurlar. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

إِنَّمَاالْإِمَامُجُنَّةٌيُقَاتَلُمِنْوَرَائِهِوَيُتَّقَىبِهِ“İmam ancak bir kalkandır. Onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur.” [Müslim] Müslümanların hayatlarından tamamen sizler sorumlusunuz. Allah’ın emrini görmezden gelen Batı ajanı liderlerden cihat emri bekleyen sizlersiniz. Hadi bu ihmalkarlığınıza bir son verin Nübüvvet metodu üzere Hilafetin kurulması için Hizb-ut Tahrir’e nusret verin. Hilafet, ümmete kalkan olacak, Mübarek Toprak Filistin’in tamamını özgürleştirmek için orduları Allah yolunda cihat için seferber edecektir. Halifeniz, Allah’ın izniyle kurtarılmış Mescid-i Aksa’nın avlusunda tekbirler getirinceye kadar Allah yolunda cihatta size önderlik edecektir.

Devamını oku...

Orduların Rolü Tahtları Yok Etmek Ve Canları Kurtarmaktır

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Orduların Rolü Tahtları Yok Etmek Ve Canları Kurtarmaktır
Yeniden Yapılanma Ve Hastaneler İnşa Etmek Değil!

Haber:

Cezayir Devlet Başkanı Abdülmecid Tebbun: “Filistin’i ve Gazze’yi terk etmeyeceğiz... Sınırlar açılır açılmaz ve kamyonların girişine izin verilir verilmez ordu hazır olup yirmi gün içinde Gazze’de üç hastane inşa edeceğiz.” (El Kuds Haber Ağı, 19/08/2024)

Yorum:

7/9/2024 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olan Abdülmecid Tebbun’un, “Sınırlar açılır açılmaz ordu hazır” şeklindeki sözünü işitince, ordunun, sömürgecinin ülkeyi devletler olarak adlandırdığı kantonlara böldüğü gün çizdiği sınırları yok edecek ve genel olarak Müslümanlara, özel olarak da Filistin’e yardım etmek için buralara bir fatih ve savaşçı olarak gireceğini zannettim. Dolayısıyla orduların ulaştığı gerçekliğe işaret edilecek olunursa; onlar, Müslüman ülkelerdeki yabancı sömürgecilerin arzularına hizmet etmek için insanların boyunlarına kılıç olarak dikenlerin ve yırtıcı kurtlar gibi Müslümanlara saldıranların tahtlarının koruyucusudurlar!!

Tebbun, orduların hayatları boyunca ülkeyi ve insanları korumak, düşmanlarla savaşmak, gaspçı ve saldırgan olarak girmeleri durumunda düşmanları kovmak için var olan rollerini etkisiz hale getirme konusunda Sisi ve diğer yöneticilerden farklı değildir. Aksine bu yöneticiler, orduların rotalarını zorba yönetimden memnun olmayan halklara baskı uygulama yönünde değiştirmeyi başardılar ve orduları, aşırı zenginliğin tadını çıkarmaya sevk eden devasa kârlar sağlayacak ticari projelerle meşgul ettiler. Böylece ordular da arzularını gerçekleştirmek için bu yöneticileri savunmaktalar ve kendisi için var oldukları asıl rollerini unutmaktadırlar. Bu yüzden kardeşlerine, ellerindekilerini almak isteyen düşmanlar gözüyle bakıyorlar!

Burada Tebbun, ordusunu, Gazze’yi fethetmek ve onun halkını kurtarmak için değil, Yahudi varlığının dünya savaşlarında bile benzerini duymadığımız vahşeti sonucunda onları tedavi etmek amacıyla hastaneler inşa etmek için girdirecektir! Şayet o ve içindekiler tekrar bombalanacaklarsa hastaneler inşa etmenin ne faydası var Allah aşkına?!

Bu hain yöneticiler, halkların kör, cahil, korkak ve teslimiyetçi olduklarını zannediyorlar... Hayır,Allah'a hamdu senalar olsun ki Ümmet-i Muhammed haksızlık karşısında sessiz kalmayan aziz bir ümmettir; zira her ne kadar ümmet çarpıtılmış fikri baskı nedeniyle biraz sindirilmiş olsa da ancak Allah’a hamd olsun o, yeniden uyanışa geçmiş ve izzetinin yolunu fark etmiştir. Aksine Gazze’de olup bitenler ve kahramanlarının ve mücahitlerinin yazdıkları şeyler ve yaşamın tüm unsurlarını kaybetmiş olmasının yanı sıra yüzbinlerce ailesini ve çocuğunu kaybetmiş bir ülkenin altında halkının göstermiş olduğu tahammül ve uyumun gücüyle onlar kararlı davranmışlar ve Allah yolunda canlarını feda etmek için kendilerini seçtiğinden dolayı Allah'a hamd etmişlerdir. Bu da Batı dünyasını, kendilerine yutturulan “demokrasi” ve “insan hakları” terimlerinin gerçekliğini incelemeye ve bunların gerçekte var olmayan içi boş ve sahte sloganlardan başka bir şey olmadığını fark etmeye sevk etmiştir. Böylece gerçeği araştırmak için Müslümanların akidesine yöneldiler, Kur’an-ı Kerim’e başvurdular ve onun içerisinde kalplerini ferahlatan, aradıklarını ve sorularına cevap veren şeyleri buldular. Bunun üzerine onlardan binlercesi Allah’a hamd olsun İslam’a girdiler. Bu yüzden onların, düşmanların karşısında duracak, onların kokuşmuş mefhumlarını paramparça edecek kişiler olmasının yanı sıra Allah’ın izniyle yakında kurulacak Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin altında İslam ordusunun ilk saflarında yer almaları uzak bir ihtimal değildir. Bu hususta Peygamberin sireti ve İslami fetihler bizim için en iyi delildir.

Ey Tebbun ve diğer yöneticiler, sakın aldatmaya ve gidişatı saptırmaya devam edebileceğinizi sanmayın; zira Allah’a hamd olsun ümmet kaynamakta olup hepsi gerek olup bitenlerin gerekse Allah Azze ve Celle’nin razı olacağı gerçekliğin nasıl olması gerektiğinin bilincindedir. Nitekim bazılarının “tehlikeli” ve “eşi benzeri görülmemiş” olarak nitelendirdiği Tebbun’un açıklamalarının ardından sosyal medyada çalkalanan tepkiler buna dair bir örnektir. Nitekim onlardan biri şöyle demiştir: İlk bakışta ordunun Tel Aviv’i yakacağını sandık ama sonunda şöyle dedi: Ordu Gazze’de 3 hastane inşa edecek! Onları Cezayirliler için inşa etmek daha iyi değil mi? Gazze'deki hastane sayısı 36 olup senin başkentindeki hastanelerden daha fazladır!” Bir diğeri de daha önceki tweete yanıt olarak şunları söylemişti: “Şu anda cumhurbaşkanı adayı amcam Tabbun’nun el-Şuruk TV’de Gazze meselesine geldiğinde yaptığı konuşmayı izliyordum ve konuşmasında şu ifadeler geçti: Şayet Mısır sınırları açsaydı Cezayir ordusunu tırlarıyla birlikte görürdünüz veya bu anlamda bir şey!” O sırada kanal yayını kesti. Şayet senin tweetin olmasaydı cumhurbaşkanının savaş istediğini sanacaktım. Bu kanalın kötü niyeti mi yoksa başka bir şey mi acaba?!”

Diğerleri ise bunların, seçim kampanyası çerçevesindeki açıklamalardan başka bir şey olmadığına dikkat çektiler.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Raziye Abdullah

Devamını oku...

Endonezya’nın Bağımsızlığının 79. Yıldönümü: Gerçek Özgürlüğün Olmadığı Bir Bağımsızlık!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Endonezya’nın Bağımsızlığının 79. Yıldönümü: Gerçek Özgürlüğün Olmadığı Bir Bağımsızlık!

Haber:

Endonezya, ilk bağımsızlık günü kutlamasını 17 Ağustos’ta yeni başkent Nusantara’da gerçekleştirdi ancak devam eden inşaat gecikmeleri ve kaynak yetersizliği nedeniyle sınırlı boyutta yapıldı. Konaklama ve gıda malzemeleri tedariki de dahil olmak üzere altyapının eksik olması nedeniyle katılım yalnızca 1.300 misafirle sınırlı kaldı. İnşaat işçisi Mulyana, günün her saati çalışmanın ve malzeme taşımanın zorluğu gibi karşılaştığı zorlukları anlattı.Etkinliğe ve 32 milyar dolarlık projeyi başlatan Başkan Joko Widodo'nun devam eden çabalarına rağmen, geçiş planlarında karşılaşılan gecikmeler nedeniyle hâlâ şüpheler devam ediyor. Nitekim yeni Başkan Prabowo Subianto projeyi geliştirmeye devam etme sözü verdi.

Yorum:

Endonezya’nın bağımsızlığının 79. yıldönümü kutlamalarının, insanların yaşam kalitesinin iyileştirilmesine önemli bir katkısı olmamıştır. Zira dünyanın en büyük takımadaları ve en kalabalık Müslüman ülkesi olmasına rağmen ülke hâlâ çok boyutlu krizlerin içinde sıkışıp kalmıştır. Nitekim yüksek ulusal borç, yaygın yolsuzluk, işsizlik, yoksulluk, çevresel bozulma, düşük eğitim boyutu, suç, ahlaki çöküntü ve yüksek intihar oranı hâlâ devam eden sorunlardır.

Endonezya ormanlar, denizler, petrol, gaz, kömür, nikel, altın ve benzerleri gibi bol miktarda doğal kaynaklara sahiptir. Ne yazık ki bu kaynaklar tamamen devlet tarafından idare edilmemekte, aksine Çin ve Amerika da dahil olmak üzere yerli ve yabancı özel aktörler tarafından kontrol edilmektedir.

Siyasi arenadaki Endonezyalı seçkinler yolsuzluk ve pragmatizmle tanınıyorlar. Zira onlar, siyasi hanedanlarının ve partilerinin çıkarlarını halkın refahına tercih ediyorlar ve toplumu gözetimsiz bırakıyorlar.Sonuç olarak Endonezya’da yoksulluk, açlık ve işsizlik sorunları hâlâ çözülebilmiş değildir.

17 Ağustos 2024 Bağımsızlık Günü kutlamaları yaklaşırken hükümet tartışmalı bir karar yayınladı; zira bayrak çekme törenine katılan 18 kişiye, özellikle de peçe giyenlere, “çeşitliliğe saygı” bahanesiyle peçelerini çıkarma talimatı verildi! İslami şahsiyetlerin ve grupların kitlesel protestolarının ardından bu karar sonunda iptal edildi.

Bu olay, Endonezya’daki pragmatizm, yolsuzluk ve İslam düşmanlığı ile karakterize olan mevcut hükümetin tutumunu yansıtıyor.

Peki bu şartlar altında Endonezya, gerçek bir bağımsızlığı nasıl elde etmiş olabilir ki?

Endonezya'nın bağımsızlık tarihi, ülkeyi 350 yıldan fazla bir süre sömüren Hollandalı ve Japon sömürgecilere karşı savaşan farklı bölgelerden Müslümanların gerçekleştirdiği cihada dayanmaktadır. Ancak ne yazık ki ülke, bağımsızlıktan bu yana ister solcu ister sosyalist, isterse liberal kapitalist ideolojiler aracılığıyla olsun laik bir sistem ve laikliği pekiştirmeye kararlı yöneticiler tarafından yönetilmektedir. Bunun sonucunda çeşitli ülkelerin yabancı çıkarları ülkeyi kontrol etmeye devam etmektedir.

Eğer Endonezya gerçekten bir bağımsızlık elde etmek istiyorsa, İslam’ı ülkedeki yaşamın temeli olarak benimseyen ulusal bir değerlendirme yapması gerekiyor. Tıpkı İslam ve Müslümanların sömürgeci Hollandalı ve Japonları kovmayı başardıkları gibi; zira İslam ve Müslümanlar, bu ümmeti canlandırmaya ve onu adil ve müreffeh bir devlete dönüştürmeye muktedirdirler.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah Asvar

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER